İşte size mesele!

A -
A +

Geçen hafta kara kara düşünmemiz gereken rakamlar duyuldu. Ama nedense üzerinde duran olmadı. Haber şöyleydi: Türkiye'de 15-19 yaş arasındaki gençlerden, kızların yüzde 44.3'ünün, erkeklerin ise yüzde 22.6'sının okula gitmediği ya da herhangi bir yerde çalışmadığı belirlendi. OECD'nin, üye ülkeler arasında, ''Gençlikte Atâlet'' başlığıyla yaptığı çalışmada, bu oran 29 üye ülkede, erkeklerde ortalama yüzde 8.1, kızlarda ise yüzde 8.2 olarak ölçüldü. Türkiye'ye en yakın orana sahip olan Meksika'da atâlet, kızlarda yüzde 27.8, erkeklerde ise yüzde 8.1 seviyesinde bulunuyor. Biz birinciyiz. Tembelliğiyle dile dolanan Meksika arkamızdan ikinci geliyor ama aramızdaki farka bakın! Açık ara ile birinciyiz! Tam anlamıyla korkutucu bir manzara. Türkiye'de 15-19 yaş arasındaki gençlerden, kızların yüzde 44.3'ü, erkeklerin ise yüzde 22.6'sı okula da gitmiyor, herhangi bir yerde de çalışmıyor. Yani atâlet içinde. Yani âtıl halde... Bu ne vahim tablo! Bu demektir ki, gençlerden, kızların neredeyse yarıya yakını, erkeklerin ise dörtte biri eğitim imkânından mahrum. Söz konusu yaş aralığı öğrencilik devresidir. Öğrenci olmayan, bir işte de çalışmayan bu gençler ne yapıyor? Atâlet (raporun orijinalinde kelime "inactivity") fizikte "eylemsizlik" olarak da ifade edilir. Yani bu gençler öylece oturuyorlar. Öylesine geziniyorlar. Sağa sola "takılıyorlar". Bir ellerinde cep telefonu, ötekinde sigara. Oturup pencereden bakıyorlar, göğe bakıyorlar. Yıldız sayıyorlar. Canları sıkılıyor. Dünyada en tehlikeli şey aylaklıktır. En çok korkacağımız insan canı sıkılan insandır. 15-19 yaş arası gençler canları sıkılacak vakti buluyorlarsa, 15-19 yaş arası gençler bu kadar büyük oranda âtıl ise, vay bizim halimize! 15-19 yaş arasında, hayat çizgisinin şekillendiği bu devrede evde tutup yıldız saydırdığımız gençlerden bu devreden sonra artık bir baltaya sap olmalarını beklemeyin. Meselemiz budur işte! Derhal çare bulmamız gereken mesele... Gerisi lâf ü güzâf! Kıylü kâl! *** Bir Türkçe ve edebiyat sevdalısı olarak, bir Türk yazarının Nobel kazanmasına çok memnun oldum. Romanlarını beğenirim beğenmem, fikirlerine kızarım kızmam, o ayrı konu. Bir isim üzerinde cümle âlemin hem fikir olduğu ne zaman, nerede görülmüştür zaten? Fakat sonuç Türkçe ve Türkiye adına gurur vericidir. Nobel bir Türk'ün! Peki hissettiğim gurur neden katıksız değil, niye buruk, niye gölgeli diye düşündüğümde aklıma mâhut röportaj geliyor: "Bir milyon Ermeni, 30 bin Kürt öldürüldü...." Hadi ben unutayım desem, Amerikan basınında "Nobel'i alan Türk" anlatılırken derhal o röportajın bu cümlesi iktibas ediliyor. Unutmayacak, unutturmayacaklar! Biz bağlantı kurmayalım desek bile, eloğlu bu bağlantıyı kuruyor, kuracak. Talihin bir istihzasını yaşadık 12 Ekim günü. Orhan Pamuk "Bir milyon Ermeni ve 30 bin Kürt öldürüldü, kimse söylemiyor, bari ben söyleyeyim" demişti. İfade hürriyeti adına, tabuları yıkmak adına. Onun "konuşulmuyor" deyip kınadığı yer Türkiye idi. Ama şimdi Fransa; hürriyetlerin, sanatın, aydınlığın ülkesi, üzerine toz kondurulmayan Fransa "öldürülmedi diyemezsin" kanunu, yeni bir tabu getiriyor. Ne garip tecelli?! Umarız, Orhan Pamuk bundan sonra -artık Nobel'i de aldığına göre- dünyada halihazırda sürüp gitmekte olan gerçek haksızlıklara, katliamlara, kıyımlara, zulümlere karşı sesini yükseltir. Başardı. Tebrik ediyorum.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.