Sümela Manastırı'nı ilk defa inşa eden rahipler neden burayı seçtiler acaba, diye düşünüyorum. Ulu dağların bağrında, kayaların içine ibadethâne kurmak nasıl akıllarına geldi? Bu, her ne kadar kuş uçuyorsa da kervan geçmeyen yeri tercih etmelerinin akla gelen ilk sebebi gözlerden uzak olmak, gizlenmek ihtiyacı. Ama tarihler birilerinden kaçıyor olmadıklarını yazıyor. Aksine zamanlarının idarecilerinden hep saygı görmüşler. Acaba bu dağların eşsiz manzarasına mı meftûn oldular? Yoksa böyle bir yükseklikte, böyle bir ıssızlıkta Allah'a daha yakın olacaklarını, daha derin ibadet edebileceklerini mi düşündüler? Hangisiyse artık... Sümela Manastırı gerçekten görülmeye değer bir mâbed. O yükseklikte, kayalar oyularak nasıl vücuda getirildi, şaşmamak zor. Asırlara meydan okumuş freskler maalesef bazı densizler tarafından tahrib edilmiş. Sökülüp götürülenleri de çok; bu hırsızlığı, belli ki para kazanma uğruna yapmışlar, peki çakı ile üzerlerine isimlerini kazıyanların gayesi neydi? Boyların yetişebildiği yerlerdeki bütün freskler kadın-erkek isimleri ve tarihlerle delik deşik. "Gâvurun malına zarar verelim" gibi çiğ bir niyet olabilir mi? Yazık! Arada Rumca isimler de görülüyor. Onlar da "Geldik işte, bize engel olamazsınız" mânâsına mı yapmışlar bu çirkin işi? Manastırın içinde bulunduğu bölge, Altındere Vadisi Millî Parkı olarak korunmaya alınmış. Muhteşem bir coğrafya. Yeşilin her tonu ama daha çok koyu olanları. Sular gürül gürül. Kayalar, heykeller gibi şekil şekil. Millî Park'ın tesisleri de son derece güzel. Yeme içmeden hediyelik eşya alışverişine, konaklamaya kadar ziyaretçilerin her ihtiyacına cevap veren mükemmel işletmeler var. Bir tek "şey" unutulmuş. Bu "şey" Türkiye'de umuma açık hemen her yerde unutuluyor zaten ama Sümela gibi bir yerde unutulması bana biraz kara mizah gibi göründü. Millî Park'ın içindeki fevkalâde tesiste bir mescid yok! Rahipler yüzlerce yıl önce dağın bağrına, kayaları oyarak ibadet için koskoca manastır bina etmişler; biz iki rekat namaz kılınacak küçücük bir oda açmayı düşünmemişiz. Burada hemen hemen bütün gününü geçirecek ziyaretçilerin namaz kılmak isteyebilecekleri hiç akla gelmemiş. Ziyaretçilerin her türlü ihtiyacını düşünen bu çeşit işletme sahiplerinin, namazı da gözardı etmemeleri gerekir. Çaykara, Uzungöl, Sultan Murat yaylası ve civarını içine alan bölge de millî park olmaya, korunmaya alınmaya lâyık. Birkaç günün içinde birçok yabancı turistle karşılaştık. Arayıp bulmuşlar, buralara kadar gelmişler. Millî Park yapısı bölgeyi daha da canlandıracaktır. Meselâ, dağlara teleferik seferleri konduğunu hayal ediyorum. Hayal işte... Ama hiç değilse helikopter turları düzenlenerek o muhteşem coğrafya ziyaretçilerin gözleri önüne serilemez mi? Bu da mı hayal? Eski insanlarımızda zevk varmış. Tabiatla uyum içinde, taş ve ağaçtan zarif evler bina etmişler. Gözünüzü asla rahatsız etmeyen evler. O zevkli dedelere lâyık çok sevimli dağ evleri de yapılıyor ama bazı sonradan görmeler, yemyeşil dağların bağrına altı-yedi katlı betonarme apartmanlar dikmişler. "Ben buraya ait değilim!" diye bas bas bağıran binalar. Apartmanlaşma hızının artacağından korkarım. Bölge, millî park olarak korunmaya alınırsa çirkin yapılaşma da önlenebilir.