Keş!

A -
A +

Eurovizyon yarışmasına İngilizce şarkı ile katılmamız ve kazanmamız memlekette hayli tartışıldı. İyi ama biz "Yabancı dille eğitim" diyerek İngilizce tedrisat yapan orta dereceli okullar açtık. (Dikkat buyrulsun, İngilizce öğretmek değil, İngilizce tedrisat!) Çocuklarımızı aşkla, şevkle o okullara gönderiyoruz. Ardından İngilizce eğitim yapan üniversitelere gönderiyoruz. Oralardan mezun olan gençler için İngilizce elbette birinci dil mevkiine oturuyor. Biz turuncu ya da portakal rengi gibi iki harika kelimeyi bırakıp "oranj" diyoruz. Zeytin yeşili yerine "oliv" diyoruz. Televizyon kanallarımızın isimlerini İngilizce alfabeye göre okuyoruz. Şehirlerimizde Türkçe yazılı tabelâ, tezgâhlarda Türkçe ad taşıyan mal görmek zorlaştı. Başbakanımız Türkiye Cumhuriyeti'nin kamu kürsülerinde "nakit" diyeceğine "cash" diyor, IMF'yi "Ay-Em-Ef" diyerek İngilizce okuyor. Türkçe'ye hiçbir yerde rağbet yok ki! Eurovizyon'a İngilizce şarkı ile katıldık diye niye söylenip duruyoruz, sonunda olacağı buydu, oldu. Geçen sene Türkiye'ye geldiğimde havaalanında uçaktan indiğimde iç hatlar için bilet almak üzere gişeye gittim. Uzun yolculuğun, uykusuzluğun sersemliği içinde gişedeki hanıma gideceğim yeri söyledim. O biletimi hazırladı, ödemeyi nasıl yapacaksınız diye sordu. Bir an duraksadım. Ne diyeceğimi bilemedim. Şaşırdım, yutkundum. Derken dilimden hafifçe bir "cash" kelimesi döküldü. Söylendiği gibi yazarsam: Keş... Kelime dilimden dökülmüştü ki toparlandım, "nakit" dedim hızlıca, suçumu örtbas etmek istercesine. Gişedeki hanım güldü, "Oluyor bazen böyle," dedi. "Yurt dışından gelir gelmez insanın dili dolaşabiliyor." Ama ben yerlere girdim utancımdan. Anadilimin bir kelimesini nasıl unuturdum? Ne kadar uyku sersemi, ne kadar yorgun olursam olayım nakit kelimesini nasıl unuturdum? İngilizce bildiğini göstermek isteyen bir züppe derekesine indiğimi düşünüyordum. Utancım, kendimle hesaplaşmam en az bir saat devam etti. Başbakanımızın kamu kürsülerinde ferah ferah "cash" diyeceğini bilseydim o kadar utanmazdım doğrusu. Bizde de "keş" vardır, Farsça'dan geçme son ektir. Ulandığı kelimelere "çeken, çekici" mânâları kazandırır. Afyonkeş deriz, esrarkeş deriz, mihnetkeş deriz, serkeş deriz. Hatta alkol, sigara ve benzeri alışkanlık yapan zararlı maddelere iptilâsı olanlara, ayyaş tabiatlılara da, argoda, kısaca "keş" denir. Peynir pazarlarında görmüşümdür, yoğurttan yapılma bir peynir vardır ki, ona da "keş" derler. Bir de keşmekeş vardır, o da "çekişme, kavga, karışıklık" demektir. Ziya Paşa demiştir ki: Yarâb nedir bu keşmekeş-i derd-i ihtiyâc / İnsanın ihtiyacı ki bir lokma nânadır. "Yarabbi, ihtiyaç derdi yüzünden çıkan bu kavgalar nedendir? Halbuki insana lâzım olan bir lokma ekmektir." Ah Ziya Paşa, senin devrinde de, başka devirde de bir lokma ekmek ile yetinen oldu mu ki dünyada? Şimdi de yok! İhtiyaç hânesi kabarık: Evler, arsalar, makamlar, mevkiler, oylar, koltuklar... Dünya kurulduğundan bu yana sürüp gelen keşmekeşi çözebilene aşkolsun!

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.