Konuşmak
25 Haziran 2001 01:00
Bir fıçının çatlak olup olmadığı nasıl çıkardığı sesten anlaşılırsa, insanların da akıllı mı yoksa ahmak mı oldukları ağızlarından çıkan kelimelerle anlaşılır. (Demosten)
Konuşmak bizde bir meslek, bir sanat dalı olarak kabul edilmiyor. Ağzı, dili olan konuşur mantığı ile yuvarlanıp gidiyoruz. Zaten dilimizi kullanmada hassasiyet gösterdiğimiz söylenemez. Kelime hazinemizi fakirleştirdiğimiz, imlâ kurallarını hiçe saydığımız, İngilizce hayranlığı ile, sakat cümle kuruluşları ile Türkçe'yi yazı dilinde ne hallere düşürdüğümüz ayan beyân ortada. Dilin sözlü kullanımı olan konuşmayı da başıboş bırakmışız. Kelimeleri yanlış telâffuz ediyoruz, başı sonu karışmış cümleler kuruyoruz, bir çuval lâf edip bir incir çekirdeği doldurmuyoruz.
Yıllarca filmlerimizdeki esas oğlanlar, esas kızlar kendi sesleriyle konuşmadı. Onları hep üç beş tiyatro sanatçısı konuşturdu. Bu yüzden Kartal Tibet de, Ediz Hun da, Nuri Sesigüzel de, Ümit Besen de...o kadar farklı tiplerine rağmen hep aynı sesli -aynı bıktırıcı sesli- genç adamlardı. Filiz Akın, Türkân Şoray, Muzaffer Akgün de öyle. (Televizyonlarımızın memleket ahalisinin uyuduğu saatlerde, gece kuşağı diye koydukları eski filmler, zaman farkından dolayı her akşam ekranlarımızda olduğundan el mahkûm, biliyoruz) Demek ki bir şekilde film sanayiine girmiş bu insanlar konuşma kabiliyetinden mahrumdu. Artist olarak şöhret olmak için iyi konuşmanın da gerekli olduğu düşünülmemiş; kaş, göz, endâm yeterli sayılmıştı. (Buna karşılık karakter oyuncularımız hep kendi sesleriyle konuştu, bence sinemanın gerçek ustaları onlardır.)
Televizyonlardaki "talkshow" programlarının yapımcı ve sunucularının hemen hepsi şarkıcı, türkücü veya mankenler. Yani bugün bir televizyon programı yapmak için de göz, kaş, boy bos ve bol dekolte yeterli sayılmaktadır. Demek ki bizim memlekette konuşmacı yetişmiyor. Böyle bir mesleğe ihtiyacımız yok. Ortalıktaki şarkıcılar, mankenler işi götürüyor. Radyolu yıllarımızda Orhan Boran vardı. Konuşurdu. Sadece konuşurdu. İyi konuşurdu. Şimdi sadece konuşmak, iyi konuşmak puan kazandırmıyor.. Bütün "talkshow"larda iki kelime lâftan sonra çalsın sazlar, oynasın kızlar! Hepsi de müzik esası üzerine kurulmuş. Şarkıcı ve mankenlerin kültür birikimi fazla konuşmaya yetmediğinden iki kelime lâftan -sulu, seviyesiz lâftan- sonra hep şarkı, oyun var.
Konuşmaya değer ve önem vermemek çocukluk çağlarında, büyüklerin yanında lâfa karışmamayı, dinlemeyi terbiye gereği sayan bir geleneğimizle ilgili olabilir. Uslu olmak sesini çıkarmamaktır. Lâfa karışmaması tenbih edile edile büyüyen nesiller yetişkin olduklarında düşündüklerini sarâhatle, vuzuhla, tesirli olarak söyleme becerisini yeterince kazanmamış oluyorlar. Anne-babalar evlâtlarının yüksek tahsil yapmasını, iyi para kazanacakları mûteber meslekler edinmelerini istiyorlar. Yalnız hemen hiç kimsenin aklında iyi konuşan biri olmak ve bu yolda emek sarfetmek endişesi yok. Bir öğretmenin, avukatın, politikacının iyi konuşan insanlar olmaları lâzım geldiği kabul edilse bile bu yolda gayret gösterilmiyor. Bu konuda üzerlerine büyük görev düşen okullarımızda öğrencilere konuşma sanatını, tekniklerini öğretecek, konuşma kaabiliyetlerini geliştirme imkânı verecek bir müfredat yok. Böylece, Cumhuriyet devrinde, Allah vergisi istidâdı olan ve nisbeten elverişli imkân bulup kendilerini yetiştirebilen birkaç isim hatip olarak sivrilmişlerdir.
İyi konuşmaya önem ve değer vermediğimiz bir yana ceza bile veriyoruz biz. Konuşanın ağzını kapatıyoruz. Konuşmaları mahkemelerde suç delili olarak kabul ediyoruz.
Nasreddin Hoca pazar yerinde 100 altına papağan satan adamı görünce marifetini sormuş. Satıcı "Konuşur" demiş. Hoca eve koşup kümesteki hindisini kapıp pazara gelmiş, hindiyi 100 altına satışa çıkarmış. Geçenlerden biri sormuş. "Hoca bu ne fiyat böyle?" Papağan satıcısını göstermiş Hoca. "O da bu fiyattan satıyor."
"Ama o papağan, konuşur." Hoca kendinden emin: "Bu da düşünür."
Söz veya yazı, konuşma hürriyetine kısıtlamalar getirildiğine göre bize kalan düşünmektir. Fakat insanca düşünmenin sonucu düşündüklerini söylemektir. Düşündüğünü ifade edemeyen insan çıldırır. Öyleyse Hoca'nın hindisi gibi düşüneceksiniz. Zaten düşündüklerini söyleyemeyen insan da, tefekkür melekesi dumûra uğradığından zamanla hindi misali düşünmeye başlar. Papağan misali de konuşmaya...