Kamu çalışanları sık sık meydanlara dökülür. Meydanlara dökülme sebebi daima maaş meselesidir. Tencerelerle, tavalarla, kaşıklarla, zincirlerle, davullarla, düdüklerle, maaş bordroları ile bağırarak zam isterler. Bazen -son zamanlarda âdet oldu bu- çocuklar da işe karıştırılır. O küçücük yavrular da ellerinde "açız" yazılı pankartlarla bağırtılırlar. Bizim aile ahlâkımızda evdeki bir darlık, bir yokluk çocuklara hissettirilmezdi. Bilhassa anneler yoksa bile var gösterirlerdi, azsa bile çok gösterirlerdi. O kadar saçma, boş bir tavır mıydı bu? Yoksa evvel zaman içinde miydi? Bakıyorum da artık evlâtlarımız alfabeyi sökmeden, İslâm'ın 5 şartını öğrenmeden ellerinde pankartlarla yollara dökülmekte, pankartlarını sallayarak ezberlettirilen lâfları, mânâlarını anlasalar da anlamasalar da, bazen gülerek, bazen ağlayarak tekrar etmekte. Ana babalara rica ediyorum çocuklarınızı bu işe alet etmeyin, onların masum bakışlarını, küçük bedenlerini duygu sömürüsü vasıtası olarak kullanmayın, onların dünyalarını lekelemeyin. Çocuklarınızın o meydanlarda işi yok! Zaman çabuk geçiyor, yarın öbürgün büyüyecekler ve dünyanın binbir çehresiyle yüz yüze gelecekler zaten. Bu ufacık yaşlarında bu işlerin içine itilirlerse, yetişkin olduklarında, ya kırıcı, vurucu, kavgacı, hırçın; ya da aşağılık duygusuna yenik, sinik, ezik bir şahsiyete sahip olmalarından hiç endişe etmiyor musunuz? Aslında yazacağım başka şeydi; fakat yeni ders yılının başladığı şu hafta hep okullardan, sınıflardan, kitaplardan, eğitimden konuşuluyor ya, eğitimin okul dışındaki cephelerinden birini işaret etmeden geçemedim. Evet, zam için elbirliğiyle yollara dökülüp yekvücut olabiliyoruz. Siyasî kanaatimiz, fikrî yapımız, dünya görüşümüz ne olursa olsun, para söz konusu oldu mu yumruğu aynı yere vuruyoruz. İki güne bir memleketimizin bir köşesinde trafik kazası oluyor. Kimileri ölüyor, kimileri sakatlanıyor, çocuklar yetim kalıyor, yuvalar sönüyor. Bu konuda halkımızın ayağa kalktığını görmedim. Ölü sayısı 10'un altındaysa "Ucuz kurtulduk!" diyoruz. Şehir içi, şehirlerarası derken trafik kazaları memlekette savaş zayiatı gibi rakamlar bırakmakta. Umurumuzda değil. Zamları alabilmek için de ilk şart, o zamana kadar hayatta kalmaktır. Yollardaki trafik levhaları neden yanlış ya da yetersiz diye protesto etmek için meydanlara dökülen binlerce insanın haberini almadık hiç. Yollar neden dar, delik deşik, bozuk, bakımsız diye pankartlarla sokağa dökülen binlerce insan görmedik. Otobüs firmalarının yolculuk sırasında araçta kaç şoför bulundurduğunu neden denetlemiyorsunuz diye devlete hesap sormak için ayağa kalkanları görmedik. Polisler görevini yapıyor mu? Cezalar yeteri kadar ağır mı? Cezalar hilesiz hurdasız toplanıyor mu? diye... Hız sınırını aşanlar, kırmızı ışıkta geçenler, içkili araba kullananlar neden hâlâ yolda? Ehliyetleri alınmıyor mu? Arabaları alınmıyor mu, plakaları sökülmüyor mu? diye ayağa kalkanları görmedik. Kuralları ihlâl edenler adları, sıfatları, makamları ne olursa olsun hak ettikleri cezayı alıyorlar mı, yoksa görmezden gelinenler mi var? diye sorgulamak üzere sokakları tutanları görmedik. Bütün vilayetlerde ayni saatlerde tertiplenen bir "trafik terörünü durdurun" mitingi duymadık. Kuralları hiçe sayan kamyon veya otobüs şirketleri protesto edilmiyor. Bakımsız arabaları servise çıkaran firmalar ya da belediyeler protesto edilmiyor. Aşırı hızdan, hatalı sollamadan, şoförün uyumasından, aracın bakımsızlığından dolayı kaza yapan, düzinelerle insanın ölümüne, yaralanmasına sebep olan otobüslerin şirketleri hâlâ iş yapıyor. Vatandaşlık şuuru denen şeyin aslı varsa o firmalar taşıyacak tek yolcu bulamaz. Fakat hayır! Sadece zam! Bizi paradan başka ayağa kaldırıp bir araya getiren şey kalmadı.