Benim milliyetçilikten anladığım, milletini, ülkesini, toprağını, devletini sevmektir. Benim milliyetçilikten anladığım, ülkesinin insanlarının yüzünün gülmesini istemektir. Onların dertleriyle dertlenmek, dertlerine deva bulmaya çalışmaktır. Benim milliyetçilikten anladığım, memleketin bütün bölgelerinin, şehirlerinin, köylerinin yoluyla, suyuyla, elektriğiyle, hastanesiyle, okuluyla mamur beldeler olmasını istemektir. Benim milliyetçilikten anladığım, memleketine dair her haberin, hatıranın, türkünün, şarkının, sesin, görüntünün burnun direğini sızlatmasıdır. Benim milliyetçilikten anladığım çalışmaktır, üretmektir, vatanına hizmet etmektir. Benim milliyetçilikten anladığım, Türkiye Cumhuriyeti'nin adına kara çalınmasından, üstüne leke sürülmesinden, istikrarsızlığa düşmesinden, tökezlemesinden korkmaktır. Benim milliyetçilikten anladığım, Türkiye Cumhuriyeti'nin üzerinde oyunlar oynanmasından korkmaktır. Benim milliyetçiliğim, asla ırkların üstünlüğü ilkesine, kanın temizliği, kırmızılığı, kafatasının ölçüleri gibi akıl ve ilim dışı saçmalıklara dayanmaz. Hrant Dink suikastı Türkiye Cumhuriyeti'nin hayrına bir iş olmuş mudur? Hayır! Yüzümüzü güldürmüş, bize itibar kazandırmış mıdır? Hayır! Bir derdimize deva olmuş mudur? Hayır! Öyleyse bu menfur olay neden milliyetçilerin üstüne yıkılıp kaldı? Milliyetçilik ne zannediliyor da ilkel, kötü, katil, lümpen damgaları vuruldu üstüne? Hayretle takip ediyorum ki memlekette, bir "vurun milliyetçilere!" havası esmeye başladı. Hatta "vurun Türk'üm diyenlere!"... Çünkü milliyetçiliğe karşı fırtına koparıldı ama cenazedeki pankartlar da bir başka milliyetçilik temeline oturtulmuştu. Meselâ, "Hepimiz insanız!" yazmıyordu. Halbuki her şeyden önce hepimiz insanız. Böyle yazsaydı çok daha mânâlı ve doğru olmaz mıydı? İlkokulda, ortaokulda şiirler okurduk. En başarılı olanlarımız müsamerelere, bayramlara çıkardı. Mikrofonlarda, kürsülerde çok şiir okuduk. Çok güzel okuduk. Hepsi de "vatan, millet, sakarya" şiirleri idi. Şimdi güzel şiir okuyan öğrenciler bile, "milliyetçi duyguların bu derece yoğun hissedilmesi normal mi?" diye sorgulanmaya başladı. Cahil, kandırılmış, dengesiz bir genç cinayet işledi, topyekûn milliyetimizi, cinsimizi, cibilliyetimizi kurşun kadar ağır sözlerle tahkir, inkâr noktasına geldik. Türk halkı ve devlet, bir vatandaşının kalleşçe öldürülmesi karşısında tepkisini cenaze töreninde lâyıkıyla ortaya koydu. Yalnız... Bırakıyorum, geçmişte ASALA eliyle öldürülen onca Türk diplomatın cenazesinde böyle bir manzaraya şahit olmadığımızı... Bırakıyorum geçmişi... Yüce gönüllü bir millet olarak ilk hassasiyet tavrı bizden gelsin amma... Önümüzdeki günlerde... İnşallah olmaz, inşallah olmaz... Fakat, Güneydoğu'da, eğer yine bir asker şehit olursa, cenazesi hangi şehirde kaldırılırsa, orada, halk ve devlet, yüz bin kişinin toplanıp sessizce yürümelerini, bu hassasiyeti o şehide de göstermelerini bekliyorum. Ellerinde pankartlarla: "Hepimiz askeriz!", "Hepimiz Türk'üz!" "Hepimiz......" Şehidin adı ne ise bu boşluğa onu koyarak. Yoksa, devletin eline sorgusuz sualsiz teslim olan; ilkel, kötü, lümpen denen milliyetçilik duygularıyla asker ocağına koşan, sınır bekleyen, can veren, sakat kalan o Mehmetçikler, onların bağırlarına taş basan aileleri "kendilerini öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya" durumunda görmeye başlayacaklardır. Azınlık vatandaşlarımızın haklarını sonuna kadar savunalım ama çoğunluğu da unutmayalım. Azınlık vatandaşlarımızın hukukunu korumak çoğunluğu aşağılamaktan, karalamaktan geçmez.