Yıllarca önce Amerika'ya geldiğim sıralarda ilk defa soğuk bir Mart günü 110'uncu katına çıkıp 400 metrelik bir irtifa ile yeri seyrettiğim, Atlantik tarafına doğru gözüm dalıp giderek "Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul" diye içlenip memleketi hatırladığım, ondan sonraki çıkışlarımda daha realist gözlerle Manhattan adasının mükemmel geometrik manzarasını seyrettiğim tepe, Türkiye'den gelen her misafirimizi mutlaka götürüp kuşbakışı New York'u seyrettirdiğimiz tepe... Dostlara gönderdiğimiz üç New York kartpostalından birisinin konusu olan, hangi istikametten Manhattan'a bakarsanız bakın, manzaranın demirbaşı olan tepeler artık yok! On yıldır oturduğum New Jersey sahilinden karşı kıyıda yükselen siluetini seyrettiğim 'İkiz Kuleler'in, 11 Eylül günü kapkara dumanlarını seyrettim. Ve televizyonları seyrettim. 11 Eylül sabahı televizyona gözüm kaydığında Dünya Ticaret Merkezi'nin kulelerinden birinin üst kısmının yanmakta olduğunu görünce, "Hollywood yeni filim mi çekiyor?" diye düşünmüştüm ki, spikerin "Dünya Ticaret Merkezi'ne uçak çarptı" dediğini duydum; "Böyle de pilot olur mu? Koskoca gökdeleni görmedi mi?" diye "kaza"ya kızarken, birden gözümün önünde ikinci bir uçak daha öteki kuleye saplandı. Gözlerim faltaşı gibi açılıp kalmıştı. İki kule de yanıyordu! Az sonra, Florida'da bir okulda bulunan Bush bunun bir terörist saldırısı olduğunu ilân etti. Sonra Pentagon'a uçak saldırısı haberi duyuldu.Yanmakta olan kuleleri seyretmeye devam ediyorduk. Taa ötedeki gökdelenlere konuşlanmış televizyon ekipleri uzaktan çekim yapıyordu. Sonra gözlerimizin önünde kulelerden biri, ardından öteki yıkıldı. Ekranda iki kulenin yerinde yükselen kara dumanları uzaktan seyretmeye başladık. CBS, ABC, NBC, CNN gibi bütün büyük kanalları dolaşıyordum, hepsinde aynı uzak çekimler. Olay başladığında saat sabah 9.00'du. 10.00 oldu, 10.30 oldu, 11.00 oldu, 12.00 oldu, 13.00 oldu. Hâlâ İkiz Kuleler'i de, Pentagon'u da uzaktan, havadan çekimlerle veriyorlar, birer ikişer spiker efendice konuşuyorlardı. Ortalıkta garip bir sükûnet vardı. Bu sükûnet içerisinde olayın vahâmetini anlamak bile zordu. Saat 13.30'u geçiyordu, sükûnet beni şaşırtmıştı, canımı da sıkmıştı. Saatlerdir ayağımız yere basmadan, sırtlarında kameraları ile koşuşan televizyoncular, panik içinde insanlar görmeden, sokağı, asfaltı görmeden havada bekliyorduk. Türk televizyonunun bağlı olduğu televizyonun başına gittim, bizim kanalları açtım, birden karşıma New York sokakları çıktı. Korku ile koşuşanlar, toz duman... Acaba filmlerden alınma parça mı dedim, çünkü kanallarımız bunu zaman zaman yapıyor, görüntü yetişmediğinde ya da görüntü yoksa bir Amerikan filminden parça koyuyorlar. Fakat hayır, gördüklerim New York'taki olayın görüntüleri idi. Ekranın köşesinde "Fox News" yazıyordu. Nihayet ayağım yere basmıştı, olayın farkına varmıştım! Biz alışmışız bir şey olduğunda "içine" girmeye... Ve ben böylece New York'taki felâketin ilk yakın çekim görüntülerini bizim televizyonlarımızda görmüş oldum. Fox TV de Amerika'da millî kanallardandır ama yukarıda saydıklarım kadar ciddî ve itibarlı olanlardan değil. Bu sefer gelip orayı açtım, evet, Fox TV New York sokaklarını veriyordu. O günden beri bizim televizyonlarımızın görüntü konusunda en fazla alıntı yaptığı kanal da orası oldu zaten. Kendilerine en yakın Fox'ı görüyorlar anlaşılan. Gerçi Fox'ın verdiği görüntüler bizim alışık olduğumuz görüntülerin dörtte biri bile değil. Meselâ, olay gününden beri kameramanların peşisıra, bir kere olsun, bir tek hastahânenin koridorlarına girmedik, sedyelerde yatan insanların başına "Olay sırasında ne hissettiniz?" gibi saçma sorularla üşüşmedik, polis kordonlarını yararak enkaz arasına dalıp kopuk kolları, bacakları seyretmedik, kan revan içinde inleyenleri görmedik; olay yerinin genel görüntülerini, kurtarma ve yardım faaliyetlerini seyrediyoruz sadece. İnsanlar ağızlarına zorla mikrofon tutulup feryat ettirilmedi, "Devlet nerde?" diye bağırtılmadı. "Konuşmak isteyenleri" ekranlara çıkarıyorlar, belediye yetkilileriyle, doktorlarla röportajlar var, resmî şahısların da çok sık basın toplantıları oluyor. Bütün bunlar televizyoncuların tembelliğinden, beceriksizliğinden mi? Elbette hayır! Bir haber disiplini meselesi bu. Temelinde vatandaşa saygı düşüncesi var. En kara günlerinden birini yaşayan ülkede, hem olayın içindeki, hem ekran başındaki vatandaşa saygı. Habercilik ile felâket tellâllığını birbirinden ayırmak. Vatandaşa haber vermek ile korku, dehşet, panik vermeyi birbirinden ayırmak. Şimdi gelelim olayın sebeplerine, sonuçlarına... Şaşkınlığını henüz üzerimizden atamadığımız bu korkunç olayı uzun müddet konuşacağız.