Her ramazanda sandıktan çıkarılan meşhur bir soru var: "Eski ramazanlar nasıldı?" Yaşını başını almış olanların, hatta orta yaşlarını sürenlerin eski ramazanlardan bahis açması âdet olmuştur. Hatıralarımız söz konusu olduğunda hepimizin çehresine oturan neşe ile hüzün, zevk ile keder arası o tanıdık ifade ile anlatılır da anlatılır, yazılır da yazılır. Elinizi vicdanınıza koyarak ve şöyle bir etrafınıza bakarak düşünürseniz, aslında hâlihazırdaki ramazanların da yabana atılmayacak güzelliklerle dolu olduğunu görürsünüz; ama insanoğlunda geçmişe karşı bir hasret daima vardır. Ben hayatımı Amerika'dan önce ve Amerika'dan sonra olarak ikiye ayırıyorum. Amerika öncesi ramazanları düşündüğümde, onları, benim yaşımdakilerle aşağı yukarı aynı lezzetleri paylaşarak geçirdiğimi görürüm. Amerika sonrası ramazanları düşündüğümde iş bir hayli değişir. Asıl fark otuz sene, elli sene, yetmiş sene önceki ramazanlarla şimdikiler arasında değildir; asıl fark memleketteki ramazanlarla gurbetteki ramazanlar arasındadır. Geldiğim sene, yani yirmi sene önce, o ilk ramazan ayında, gurbeti birdenbire daha kesif hissetmiştim. Ne sahur saatlerinde mahallenin pencerelerinde birden yanan ışıklar, ne davulcu, ne iftara yakın sokakları saran telâş, ne fırınlar önündeki pide kuyrukları, ne ışıklandırılmış minareler, ne radyolarda, televizyonlarda özel programlar, ne ezan, ne top... Ramazan burada, sadece, bütün gün yiyip içmemek olup çıkmıştı. O kadar sosyal bir ay iken büsbütün kendi içinize kapandığınız, bir başınıza kaldığınız, kimse ile paylaşamadığınız bir ay olup çıkmıştı. Ama asıl suratıma tokat gibi çarpan pideler olmuştu! Marketlerin birinde görüvermiştim birden. Üçü beşi bir arada torbaların içinde satılıyordu. Küçük küçük, renksiz, kokusuz, çörek otsuz, soğuk... Torbanın üzerinde "pita" yazıyordu. Altında bu garip (!) isim kendisine bir mânâ ifade etmeyenler için İngilizce açıklama vardı: Orta Doğu'nun cep ekmeği. Pita adından da muamma bir açıklama. Paketin arka yüzünde nasıl yeneceği resimlerle açıklanmıştı. Öyle ya, bu diyara yeni girdiği anlaşılan bu garip ekmeğin nasıl yeneceğini Amerikan halkına öğretmek gerekirdi. İlk resim: Isıtmak için fırına koyun! İkinci resim: Arasını açıp istediğiniz malzemeyi doldurun. "Cep"lik buradan geliyordu demek?! Bu küçük pideler ikiye ayrılıyor, içi doldurulabiliyordu. Gözüm dalmış gitmiş, dakikalarca torbaya bakmış kalmıştım. Bu ülkede görüp göreceğim pide buydu demek! Amerika'da yaşadığım o ilk ramazanda, o pita torbası müşahhas bir gurbet halinde avucumun içine düşmüştü. Pitadan birkaç torba alıp evin yolunu tuttum. Amerika sonrası ramazanlar başlıyordu. Hasıl-ı kelâm, vatanınızda iseniz, elli sene önce, elli sene sonra, ramazan ayları benzer bir üslûp içinde yaşanmaktadır, dert etmeyin! Biz eski lezzetleri almıyorsak, "biz" değiştiğimiz içindir. Daha açık bir ifadeyle, yaşlandığımız içindir. İnsanoğlunun fıtratıdır, yaşlandıkça eski günleri özler. O yüzden, "Ah eski ramazanlar!" diye dizlerinizi dövüp durmayın. Fırınlarda hâlâ çörek otlu, altın renkli, mis kokulu pideler pişiriliyor mu? Pişiriliyor. Halinize şükredin! Ramazanınız hayırlı, huzurlu, bereketli, pideli geçsin!