Şeffaf devlet fikri zaman zaman gündeme gelir. Şeffaf devlet olabilmeyi ne kadar başardık bilmem. Ayrıca devlet yapısının şeffaf olması gerekli midir, o da tartışılabilir. Fakat artık şeffaf bir toplum olduğumuz kesin! İçimiz dışımız meydanda artık. Öyle kan kusup kızılcık şerbeti içme devirleri, kol kırılır yen içinde kalır anlayışları çok eskilerde kaldı. Şimdi herşey ortada. Bu ortada olma görevini elbette televizyon üstlenmiş durumda. Stephen King'in 1987 yılında yazdığı Running Man=Koşan Adam isimli bir bilim kurgu romanı vardır, aynı isimle filmi de çekilmiştir. Orada televizyona bağımlı hale gelmiş bir halk anlatılır, bir medya patronu halkın bu zaafını kötüye kullanarak para kazanmaktadır. Bütün halk seyirci haline gelmiş, işi gücü bırakmış, ekranlarda sürüp gitmekte olan ölümüne bir oyuna para yatırmakta, bahse girmekte, yarışmacıların yarışırken acı çektiğinin, öldüğünün bile farkında olmayacak kadar kendinden geçmiş bir halde alkış tutmaktadır. George Orwell'in meşhur bilim kurgu romanı 1984'te de bütün bir halk Büyük Birader tarafından gözetlenir. Her tarafta dev posterler asılıdır, üzerinde "Büyük Birader Sizi Gözetliyor" yazar. Orwell'in Büyük Birader'i şimdi televizyon olmuştur. Televizyon herkesi gözetlemekte ve televizyon aracılığıyla herkes herkesi gözetlemektedir. Hayatlar seyirlik oyun olmuştur. Sadece memleketimizde değil, Amerika'da, Avrupa'da da böyle. Tabiî beni ilgilendiren kendi memleketimdir ve korkarım biz ipin ucunu bayağı kaçırdık. Meselâ, ramazanda kimi hayırsever vatandaşlar gecekondulara gıda yardımı yapıyor. Elinde sefertası ile bir hanım çalıyor kapıyı, yemekleri teslim ediyor. Ev sahibesi müteşekkir, hayırsever hanım mütebessim... Ee, nedir bu? Üç kap yemek ikram edeceksen bunu kameralar önünde mi yapman lâzım? "Ben filan yere yemek götüreceğim, gelin" diyerek televizyonculara haber vermek nasıl ayıp bir tavırdır? "Sağ elin verdiğini sol el bilmez" hassasiyetini geçtik ama sağ elin verdiğini cümle âlemin bilmesi mi gerekir? Sonra iftar çadırlarının içine kameraların girip çorba kaşıklayanları zumlaması, "bakın bu kadın artan yemekleri topluyor" gibi anonslarla insanları mahçup etmesi yakışıyor muydu? Ekran bütün duvarları yıktı! Aile kavgaları, karmakarışık ilişkiler, en mahrem olaylar her gün ekranda. Kafası bozulan soluğu bir kanalda alıyor. Bütün kirli çamaşırlar ortaya saçılıyor. Ekran kirlileri temizleme yeri olmadığına göre ortada sosyo-psikolojik bir durum var. Kimilerimiz kendisini teşhir etme hastalığına tutuldu, kimilerimiz de bu teşhircileri seyretmekten zevk alır olduk. Çünkü hangi programda hır gür, kavga daha büyükse, olay daha inanılmazsa, seyredilme oranı orada yüksek. (Ekonomik bir durum da var mı, bilmem. Kulağa geliyor ama... Hani bazı insanlar para karşılığı çıkıp doğru yalan bir hikâye anlatıyorlarmış.) Ayıp kelimesi lügatimizden çıktı. Hiçbir şey ayıp değil artık. Televizyon kameraları önünde bir eve girip kendine eş seçiyorsun, gelin beğeniyorsun, kâh çığlık çığlığa, saç saça baş başa kavga ediyorsun, hakaretler savuruyorsun, bağırıyorsun, yırtınıyorsun... Ayrıca film çevirmeye ne hacet? Cümleten oyuncu olduk. Ya oyuncu, ya seyirci! Şeffaf devleti gerçekleştirebildik mi şüpheli ama şeffaf bir toplum olduğumuz kesin!