Kabaklı Hoca, Amerika ziyaretlerinde, oturduğumuz mahallede kendisine selâm veren, gülümseyen insanlara hep şaşırmıştı. "Bunlar ne kadar güleryüzlü insanlar?" diye hayretini ifade etmişti kaç kere. Mağazalardaki kasiyerlerin nezâketine, güleryüzle, neşeyle iş görmelerine de şaşıp durmuştu. Gerçekten öyledir. Öyledir de, neden acaba diye düşündüm. Kuzey Amerika toprağı, insanları daha mı neşeli karakterde yoğuruyor? Burada da New York'a gittiğimde insanları sıkıntılı, suratları asık, sinirleri gergin görüyorum. Sonunda şuna karar verdim: Büyük şehir hayatının insan ruhu ve insan bedeni üzerinde olumsuz tesirleri var. Amerikalılar büyük şehirlerde yaşamadıkları için güleryüzlü. O yüzden neşeli, uzun ömürlü, dinç... Kartpostallarda gördüğünüz, ufku gökdelenlerin kapattığı New York manzaralarına aldanmayın. Amerika küçük kasabalar memleketidir. Beş-on bin nüfuslu kasabalar. Tek katlı, iki katlı evler... New York'un gökdelenlerini de "Düz ayak evlerde oturuyoruz ama istersek yüz ayak binalar da dikebiliriz." demek ister gibi yapmışlar. New York'u Amerika saymazlar zaten. Hatta New York'tan çıkıp da Pennsylvania eyaletine girdiğinizde "Amerika'ya hosgeldiniz" diye bir levha görürsünüz. Geniş bahçeler, ulu ağaçlar, ağaçların arasında kaybolmuş evler, evlerin içinde kaybolmuş insanlar... Kulakları çınlasın, babam ilk geldiğinde "Buralar insandan arındırılmış bölge" demişti. Doğrudur. Evler kimse yaşamıyormuş gibi sâkindir. (Meselâ, ön bahçelere, herkesin gözü önüne yayılıp oturmak görgü kurallarına aykırı kabul edilmektedir. Pencereden sarkıp etrafı seyretmek âdeti de mevcut değil. Balkon diye birşey ise zaten yoktur.) Yeşili bol, havası temiz, motosiklet, kamyonet gürültüleri değil, kuş sesleri dinlenen mahallelerde yaşayan insanlar huzurlu, sâkin, neşeli ve sağlıklı oluyorlar. Çevre sinir sistemini yıpratıcı değil, rahatlatıcı etki gösteriyor. Kasabalarda oturanların çoğu şehirde çalışıyor. Şehir hayatının üzerlerinde bıraktığı gerginliği toprağa basarak; toprağa, çiçeklere, çimenlere dokunarak atıyorlar. Gün sonunda geldikleri evleri onlar için bir rehabilitasyon merkezi vazifesi görüyor. Mahallede karşılaşanlar tanışsınlar tanışmasınlar birbirlerine selâm verir. Mağazaların kapısında girenler, çıkanlar birbirlerine kapı tutar. Bir yerde bir gişenin önünde kuyruk varsa, o gerçekten kuyruktur, yığın değildir. İnsanlar tek sıra dizilip bekler, "burdan öteye geçmeyin" çizgisini asla geçmezler. Seyrek rastlanır ama yol kenarında karşıya geçmek üzere bekleyen yayaya hemen durulup yol verilir. Arabalar ışıksız bir köşe başında yahut bir park yeri çıkışında birbirlerine yol verir. Trafik tıkanmaz. Trafik ışıkları ihlâl edilmez. Yeşil ışığı kaçıranlar küfrü basmaz. Hiçbir yerde park yeri sıkıntısı çekilmez. Gittiğiniz alış veriş merkezlerinde, lokantalarda, iş yerlerinde arabanızı park edecek yer fazlasıyla vardır. Yankesicilerden korkulmaz. New York böyle değildir ama... Chicago böyle değildir. Oralar kalabalıktır, oralarda daimî bir telâş vardır. Kimse kimseye yol vermez, arabalar üzerinize üzerinize gelir. Park yeri bulmak başlıbaşına bir derttir. Çöpler, çöplerden öteberi toplayanlar, duvarlardaki garip yazılar, tıkanan trafik, polis arabalarının canhıraş sirenleri, sarı taksilerin kornaları, ne kadar filtrelenmiş bile olsa egzozların rahatsız edici kokuları hep bir olup sizi sersemletir, beyninizi daraltır. Kaldı ki, meselâ, New York 7 milyon nüfusuna rağmen son derece iyi plânlanmış bir şehirdir. İstanbul'un yüzde 65'inin gecekondu olduğunu duydum da dilim tutuldu. Bütün dünyanın gözbebeği bir şehrin yarısından fazlası kaçak yapılaşma. (Ben bu kaçaklar arasına, Boğaz sırtlarına kibrin, küstahlığın, zevksizliğın taştan örnekleri olarak dikilmiş upuzun binaları da dahil ediyorum.) Şehirlerimiz büyük köyler haline geldi. Fakat bir dakika...Köyün üstünlüğü küçüklüğü ve tabiata yakınlığıdır. 8-10 milyonluk, taş üstüne taş köy olur mu? Şehirlerimiz büyük birer köy bile değil! Plânsız, gelişigüzel yapılmış, sefertası gibi evlerde, yeşili maviyi görmeden yaşayan; kalabalığın, trafiğin, hava kirliliğinin, gürültü kirliliğinin sinir sistemi üzerindeki yıpratıcı tesirlerine 365 gün, 24 saat mâruz, bir de ilâveten ekonomik kriz içindeki insanlarımızın huzurlu, neşeli, güleryüzlü olmaları kolay değil.