Bir üniversite öğretim üyesi öğrencilerin kopyacılığından yakınıyordu: "Yüksek lisans ve doktora öğrencilerinde çalışma alışkanlığı yok! Kendilerine güvenmiyorlar, fena halde ezberciliğe alışmışlar." Çalışmak, araştırmak, sorgulamak, işinin içinde kendini kaybetmek ve sonuçta ortaya bir ürün çıkarmak... Üniversite bitirmiş, üstelik yüksek lisans yapmakta olan, yani akademik hayatı seçmiş aydın bir gençten bu fiilleri beklemek herhalde hakkımızdır. Fakat bulundukları mevkiye hiç yakışmayan bir davranış sergilediklerini duyunca insan hayal kırıklığına uğruyor. Hadi ortaokulda ev ödevini bir yerden yürüten öğrenciyi hoş görebiliriz de... Ortada bir "ürün" olması şart koşulunca da ne yapıyorlar? Üç kâğıtçılık sadece ticaret hayatında olmuyor. Entelektüel hayatın da kendine göre üç kâğıtları var. Gelsin aşırma, intihal... Al sana "ürün"! Öğretim üyesi devam ediyor: "Ödev veriyoruz. İnternette Google'ı tıklayıp ulaştıkları ödevi kendileri yapmış gibi önümüze koyuyorlar. Şüphelenip bir cümleyi Google'a yazıyoruz, önümüze asıl sahibi çıkıyor! Amerika'da bilmem ne üniversitesinde yapılmış bir çalışma. Ödevin cümle yanlışları, dipnotları bile aynı. Kimi de İngilizce yazdım hocam deyip ayrı bir havayla sunuyor. Yani tercüme yapma zahmetine bile katlanmamış." Lisans ve doktora döneminde bu aşırmacılığa alışan öğrenci profesör de olsa, rektör de olsa bu huy kolay kolay değişir mi? Öğretim elemanlarımızda bu kopyacılık, hazırlopçuluk oldukça bilim hayatımız nasıl gelişecek? Yüksek öğrenimin meselelerinin tartışıldığı bugünlerde bu "ayrıntılar" da masaya yatırılsa... İnternet bilgiye ulaşmamızı fevkalâde kolaylaştırdı. Artık kafamıza takılan her konuyu anında açıp okuyabiliyoruz. Hatta kafamıza takılan konuyu ararken kafamıza takılmamış birçok konu da karşımıza çıkınca onlara da göz atma fırsatı oluyor, bazen kendimizi hiç de aklımıza gelmemiş olan ama birden rastladığımız bir sayfanın başında buluveriyoruz. Dünyanın her yerine bir tık mesafesi uzaktayız. Bu teknoloji hayatı kolaylaştırdı. Hele benim gibi okyanus aşırı yaşayıp da daha Türkiye'deki insanlar uyurken, ertesi günkü bütün Türk gazetelerini bir tıkın ucunda, elinin altında bulan birisi için internet bir nimettir. Hele bu ülkeye geldiği yıllarda bir tek Türk gazetesi görmek için üç dört hafta bekleyen, "benim şimdi gördüğüm haber yeni haberdir" diyen birisi için... İnternet sihirli değnek gibi bir şey. Tıkladınız mı, dünya önünüzde... Fakat öyle anlaşılıyor ki, bu büyük kolaylık zaten düşünmeyi, dirsek çürütmeyi, emek sarf etmeyi sevmeyen, ezberciliğe alışmış gençlerimiz için bir üç kâğıtçılık kapısı olmuş. Amerikan ilk ve orta dereceli okullarında son yıllarda öğrencilere verilen bazı ödevler için öğretmen bir şart koşar: Kaynağınız internet olamaz! İnterneti kaynak gösteremezsiniz! Böylece öğrenciler bir sürü kitap karıştırır, kütüphâneye yollanır. Bu şartın iki sebebi var: Birincisi, internetteki sayfaların hepsinin güvenilir olmaması. Herkes her istediğini oraya koyabildiği için, denetleyen, ayıklayan bir sistem olmadığı için ekranda karşımıza çıkan her şey sağlam bir kaynak olmayabilir. İkincisi, öğrencinin o kadar hazırlopçu, kopyacı alışmaması. Yerinden bile kalkmadan bir tık ile her bilgiyi önüne getirmeyi araştırma yapmak zannetmemesi. Öyleyse, ortaokulda ödevini bir yerden yürüten öğrenciyi de hoş görmemek gerek. Ne yapıp edip ilkokuldan itibaren öğrencileri ezbercilikten uzak durmaya, başkaları yapsın da ben alayım diye beklememeye, araştırmaya, düşünmeye, kendine ve kendi eserine güvenmeye alıştırmamız gerek.