Viyana, ortasından nehir geçen şehirlerden. Ama Tuna bir şehre ait olmayan nehirlerden... Tuna, meselâ, Londra'nın Thames'i, Roma'nın Tiber'i, Paris'in Seine'i, Washington'ın Potomac'ı, Kahire'nin Nil'i gibi değil. Sekiz ülkeden geçiyor. Birçok şehirden... Birçok şehrin Tuna'sı var. Ötekiler, içinden geçtikleri şehrin adı ile özdeşleşmişlerdir. Tuna ise... belki Plevne ile özdeşleşmiştir! Onu da bir biz biliriz! Yine de bir Avrupalı için en "Tunalı" şehir herhalde Viyana'dır. Çünkü meşhur Mavi Tuna Valsi'nin bestecisi Johann Strauss Viyanalıdır. Viyana'ya ayak bastığım gün Tuna'yı görmek istedim. "Şu tarafa doğru yürü..." dediler. "Biraz sonra karşına çıkacak." Bir hayli yürüdüm, sonunda karşıma çıktı. Geniş mi geniş... Dilimde Yahya Kemal'in cümlesi: "Bir Türk'ün gönlünde dağ varsa Balkan'dır, nehir varsa Tuna'dır." Tuna, Viyana'da salkım saçak... Birkaç kola ayrılmış. Kollardan biri "kanal" adı altında şehrin tam orta yerinde. Ana gövde Tuna Viyana şehir merkezinin biraz kıyısından geçiyor. Üzerinde köprüler... Adalar... Prizren'li Âşık Çelebi demiş ki: Kişver-i kâfirden iman ehline akıp gelir Kıbleye tutmuş yüzünü bir müselmandır Tuna. Onaltıncı asır... Onaltıncı asır dedikten sonra başka söze hacet var mı? Tuna'nın bizden sorulduğu zamanlar. Tuna kıyısında yeşil bir kubbe, bir minare. Suudi sermayesi ile bina edilmiş, iç açıcı bir cami. Geceleyin de gördüm, minarenin şerefesi yemyeşil bir ışıkla aydınlatılmıştı. Tuna kıbleye doğru akıp gidiyordu. Nehrin hem ana gövdesinin hem kanal denen kolunun üzerinde yolcu gemileri işliyor. Budapeşte'ye, Bratislava'ya kadar gidip gelen konforlu gezi gemileri. Aklıma Fırat geldi. O da geniş, uzun, derin. Onun da üzerinde yolcu taşıyan konforlu gemiler olsa... Malatya, Diyarbakır, Adıyaman, Gaziantep arası tekne seferleri olsa, oradan Suriye'ye, Irak'a uzansa, Basra Körfezi'ne kavuşsa... O güzelim nehir, yanında yöresinde, kıyılarında şen şatır insanlar seyretse... Akıllı, sağlıklı, mutlu, refahlı...