Nejat Muallimoğlu Bütün Yönleri İle Hitabet kitabının takdiminde "Türkiye'mizde iyi konuşanlar bir yana, doğru dürüst, hatasız Türkçe konuşan ve yazan parmakla sayılacak kadar azalmış" diye yakındıktan sonra, "Pencereyi açıp 'bu ülkede Türkçe bilen yok mu?' diye avazım çıktığı kadar bağırmamak için kendimi zor tutuyorum" der. Haldun Dormen, delikanlıya, adının nasıl söylendiğini sordu. "Yani Âbidin mi, Abidin mi?" Şarkıcılık yolunda doludizgin yarışmakta olan genç "İkisini de söylüyorlar" dedi, "bazen öyle, bazen böyle söylüyorlar, zaten ikisi de aynı mânâya geliyor." Diğerlerinden ümidim yoktu ama usta oyuncu Haldun Dormen'in, bu iki kelimenin aynı mânâya gelmediğini söylemesini bekledim bir an. Bir insan adının ne mânâya geldiğini bilmelidir. Adının nasıl telâffuz edileceğini bilmelidir. Dilimize Arapça'dan geçmiş bu kelime, "abd" kökünden, "ibâdet" mastarından gelir, bu mastarın ism-i fâil şekli "âbid"dir. Mânâsı: Çok ibâdet eden, zâhid. "Âbidîn" ise, Arapça çokluk eki almış halidir, yani "ibâdet edenler." Kısacası bu isim uzun a (ayın ve elif) ile başlar. Abd "kul, köle" demektir. Eğer abd kökünden "abîd" kelimesini yaparsak, yani a kısa, i uzun olursa o zaman "abd" kelimesinin çokluk hali meydana gelir, "kullar köleler" demek olur. Meselâ "ahrâr ü abîd" diye geçer: Hürler ve köleler. Zaten çokluk halinde olan bu kelime bir defa daha çokluk eki alıp "abidîn" haline gelmez, yani dilimizde erkek ismi olarak konulan kelime uzun a ile, "Âbidin"dir. Yazı dilimizden şapka işaretlerini bir marifetmiş gibi kaldırdık, yeni yetişenler kelimelerin nasıl telâffuz edileceğini bilemez oldu. Bırakın yeni yetişenleri, orta yaşlılar da pekçok hata yapmakta, Muallimoğlu'nun dediği gibi hatasız konuşan bulmak zorlaşmakta. Herkes her kelimenin doğru telâffuzunu bilmeyebilir, fakat herkes tarafından benimsenmiş, okullarda iyice belletilmiş bir imlâmız olsa, iyi bilmediğimiz bir kelimenin imlâsını görünce doğru okuyabiliriz. İmlâ kuralları dili doğru okumak ve yazmak içindir. İmlâmızda işaretler eksik olunca yanlış telâffuz kaçınılmaz oluyor. Hâcettepe'yi, Cibâli'yi, Hâlide Edib'i, Fâdıl'ı, Hâlet'i doğru söyleyebilen neredeyse kalmadı. Âkıbet'i "akıbet" diye okuyan spikerler var. Ekranda konuşanların hemen hepsi "edebiyatımız" derken edebiyat kelimesinin son hecesini kısacık söylüyor. Her duyuşta tüylerim diken diken oluyor. Bu hanımlar, beyler nereden, hangi okullardan yetişti? Edebiyat öğretmenlerimiz, lütfen öğrencilerinize önce dersin adını doğru telâffuz etmeyi öğretin. Edebiyat kelimesinin son hecesinde bir uzun a vardır, kelime yalın haldeyken farkına varmadığımız bu uzun a, ek aldığında belirgin bir şekilde ortaya çıkar. Nejat Muallimoğlu'nu 2003 senesinin Temmuz ayı sonunda kaybettik. Türkçe'ye en ziyade hizmeti geçen, yeri doldurulamayacak kültür adamlarımızdan biriydi. Sağlığında kıymetinin yeterince bilindiğine inanmıyorum, vefatından sonra da lâyıkı veçhile anılmadı. Türkçe'nin doğru kullanılması onun hayatının belli başlı dertlerinden biri olmuştu. Üniversitelerimizden biri Nejat Muallimoğlu adına bir yarışma açmalıdır derim. Meselâ, bir hitabet yarışması. Türkçe'nin doğru kullanımı yolunda büyük bir hizmet olur, kürsüye çıkıp bağırmanın da "hitabet" olmadığı belki anlaşılır.