Ömer Hayyam bir rubâisinde der ki? Öldük, dünyayı şaşkın bırakıp gittik; Yüzlerce incimiz vardı delinmedik. Sersemliği yüzünden bilgisizlerin, Renk renk düşünceler kaldı söylenmedik. Öldüler. Biz arkalarından bakıyoruz ve konuşuyoruz. İnsanlar ölüyor. Beşikte bebekler, doğmasına gün sayılan bebekler, okutulacak çocuklar, evlendirilecek çocuklar, eşler, nişanlılar, analar, babalar, kardeşler, borcunun bitmesine birkaç ay kalmış evler, bahçelere dikilmiş fidanlar, düğün hazırlıkları, fotoğraflar, umutlar, hayaller, hatıralar, heyecanlar, sevinçler, söylenmedik sözler, söze dönmemiş renk renk düşünceler... Hepsi yerin yedi kat karanlığında kararıveriyor. Yerin üzerinde hayat devam ediyordu o sırada. Hâlâ devam ediyor. Dünya böyleymiş demek?!. Ateş düştüğü yeri yakar demiş atalar. Düştüğü yerdeki yürekler yangın yeri olur, köz olur. Çevresini ancak sıcaklığı yalar geçer. Daha uzaktakiler alevlerin rengini görür yalnızca, öylece bakar. Daha da uzaktakiler alevleri de görmez. Evine ateş düşmeyenler için hayat devam etmektedir. Her günkü gibi. Her günkü işler, koşuşturmalar, zevkler, dertler, dedikodular, şikâyetler, keyifler... Dünya gâilesi deriz bunlara. Ateşin düştüğü evler için dünya gâilesi birden önemini yitirir. Bir çığlık kopar, sesli veya sessiz.... İnsanlar ölüyor. Dünya arkalarından bakakalıyor. Şaşkın, kızgın, üzgün... Her kafadan bir ses çıkıyor. Bakıyoruz ve konuşuyoruz. Lâkin, bizim işimiz çoktur! Gidilecek yerlerimiz, yazılacak yazılarımız, görülecek hesaplarımız, yemelerimiz, içmelerimiz, kurultaylarımız, kasetlerimiz, hırslarımız, bitmez tükenmez lâflarımız vardır. Allahım, ne yazmalı? Sadra şifa olacak bir söz var mıdır? Sersemliklerimiz, bilgisizliklerimiz, vurdumduymazlıklarımız, umursamazlıklarımız, ihmallerimiz, yolsuzluklarımız, tamahkârlıklarımız, tembelliklerimiz vardır. Kadere eyvallah! Amma velâkin, maden kazalarında Avrupa birincisi biz isek... "İçimizdeki beyinsizlerin işledikleri yüzünden bizi helâk eder misin Allahım?" âyet-i kerimesini hatırlamak zorundayız.