Tarihin yüzü esmerdir. Her yerde böyledir bu. Tarihî dokusu olan şehirlerin yüzü esmerdir. Londra'da bu rengi göğün ve ırmağın bulanıklığı daha da koyulaştırıyor. Kasvetli bir hava. Güneşi bir türlü açık seçik göremeyince, yoksa dedim, ufuklarında güneş batmayan imparatorluğun ana vatanının ufuklarında güneş doğmuyor mu? Deyip Thames Nehri boyundaki esmer binalardan en ihtişamlısı olan Westminster Sarayı'nın kapısından daldım. Yani İngiliz parlamentosu. İngiltere parlamento binası Thames Nehri kıyısında. Hemen komşusu meşhur Westminster Manastırı'yla uzaktan bakınca bitişik gibi görünüyorlar. Mimarî açıdan da birbirinin devamı adeta. Yani Birleşik Krallık'ın parlamento binası kilise mimarisi tarzında. Ana kapıdan girince burnuma kesif bir rutubet kokusu geldi. İlk karşınıza çıkan, onbirinci asırda inşa edilen ilk Wesminster Sarayı'ndan kalan tek bölüm olan Westminster Salonu ve aman Allahım, dışarıdaki havanın kasveti katmerlenmiş olarak burda! 1512 yılına kadar kraliyet ailesi bu sarayda ikâmet edermiş. O tarihte çıkan yangında saray yanınca onlar da başka yere taşınmış. Sonra bir yangın da 1834'de çıkınca saray Westminster Salonu hariç yanıp kül olmuş. Dolayısıyla, bu rutubetli ve kasvetli uzun, geniş salon binanın orta çağdan kalan tek bölümü. Binanın yeniden şimdiki haliyle inşası ondokuzuncu asrın sonlarını bulmuş. Big Ben adıyla mâruf saat kulesi binanın kuzeydoğu ucunda yükseliyor. Ve binanın iki mühim salonu. Avam Kamarası ile Lordlar Kamarası. Her ikisinde de birer oturum takibettim. Dinleyiciler sıkıca arandıktan, birer form doldurduktan sonra içeri alınıyorlar. Ama insanı bezdirici bir durum yok. Zaten her iki salona girmek için gelmiş meraklı ziyaretçi -benim gittiğim sırada- on kişi var yoktu. Avam Kamarası'nın rengi yeşil. Üyeler fotoğraflardan, ekranlardan âşina olduğumuz uzun sıralarda oturuyor. Bir yanda hükûmet, bir yanda muhalefet. Ellerindeki kâğıtları, evrakları koyacak bir masa bile yok önlerinde. Benim takibettiğim oturumlar tenha idi, bütün üyelerin -ki 646 kişi- hazır bulunduğu oturumlarda bayağı sıkışık olacaklar. Bizim TBMM genel kurul salonuyla kıyaslanmayacak kadar ibtidaî ve rahatsız. Lordlar Kamarası'nın rengi kırmızı. Kırmızı kraliyet rengi imiş. Lordlar Kamarası'nda kral ve kraliçe (ya da şimdiki şekliyle kraliçe ve kocası prens) için de murassa birer taht var. Herhalde altındır. Bu salonda kapıdan her giren üye önce o boş tahta dönüp başıyla selâm veriyor, sonra yerine geçiyor. Hükümdar yoksa bile yeri ihtirama lâyık! Majesteleri parlamentonun açılışında o tahtı şereflendiriyor. Lordların oturma yerlerinde de uzun uzun kırmızı sıralar. Masaları yok. Ellerindeki kağıtları, dosyaları yerlere filan koyuveriyorlar. Bir taraf hükûmetin lordlarına, bir taraf muhalefetinkilere ayrılmış. Bir de baktım, bir bölüm de ruhanîler için ayrılmış! Üç tane piskopos oturuyor. Dinî kıyafetleri içinde. Biri de kalktı konuşma yaptı. Bu oturumun konusu Orta Doğu ve Afganistan idi. Hâlihazırda 740 kişilik Lordlar Kamarası'nın 26'sı piskopos. Demek ki din ve devlet işlerinin ayrı olmasına, laikliğe mâni bir durum değil bu. Zaten kraliçe de hem devletin, hem kilisenin başı değil mi?