Amerika'ya gittiğimden beri ilk defa bir Ramazan ayını memlekette geçiriyorum. Neredeyse otuz yıl! Amerika'ya gittiğim sene, yeni dünya toprağına ayak bastıktan 20 gün sonra, 1 Haziran'da Ramazan başlamıştı. Gurbette ilk Ramazanım! "Pita" ile tanıştığım Ramazan. Tatlı tabağı büyüklüğünde, dördü beşi bir arada, naylon torbada, naylon kokusu sinmiş, soğuk... Torbanın üzerinde "Orta Doğu'nun cep ekmeği" yazardı, İngilizce olarak. Bizim sıcacık, yumuşacık, çörek otlu pideleri, pide kuyruklarını, pide kokularını yana yakıla andığım Ramazan... Ezansız, salâsız, davulsuz, komşusuz bir diyarda pita ile sahur yaptığım Ramazan... Dün fırından pide aldım. Neredeyse otuz yıl aradan sonra! Kuyruk yoktu. Benden başka iki müşteri daha vardı. Pideler hazırdı. Sıcak, yumuşak, kokulu... Fırıncı önce, fırının adı basılı büyük, kahverengi kese kâğıdına koydu pideyi, sonra yine fırının adı basılı naylon torbaya. Bak sen, eskiden elimize tutuşturuverirlerdi, modernleşmiş işler! Pide paketini sıcaklığını hissederek kucakladım, çıktım. Amerika'da geçirdiğim ilk Ramazan'da hasretini çekmeye başladığım, o vakitten beri hayal edip durduğum an işte! Fakat... Bu anı tekrar yaşadığımda duymayı beklediğim coşkudan eser yok! Havanın aşırı sıcak oluşu mu belimi büktü? Hayır, bu daha başka bir şey... O anda Yahya Kemal'i hatırlıyorum: "Hayatı bir camın ardında gösteren tılsım,/Bozulmuş anlıyorum çıktığım seyahatte, /Cihan ve ben değiliz artık eski hâlette." Cihan ve ben değiliz artık eski hâlette... Ben otuz sene önceki, kırk sene önceki ben değilim. Çocukluğun, gençliğin algıları, duyguları değişmiş. "Nerde o eski Ramazanlar?" diye vahlananlar da zaten eski ramazanları değil, kendi gençlik zamanlarını özlüyor. Cihan deseniz... Ağız tadı, gönül huzuru ile sahur yiyen, iftar eden Müslüman ülke kaldı mı? Mağribden Maşrıka... Gazetelere, ekranlara çarşaf çarşaf, saat başı düşmekte olan acı dolu, zulüm dolu haberler sürüp giderken hangi coşku, hangi heyecan? İslâm coğrafyaları üzerinde bunca oyun sürüp giderken? Onbir ayın sultanı! Her gün yüzlerce ölü. Hayatta kalanların payına düşen çile, zillet, eziyet... Kendilerine bir bardak temiz su, bir lokma ekmek çok görülen Müslümanlar... Ekranlarda aşçılar iftar sofrası hazırlıkları yapıyor. Çorbası, böreği, tatlısı... Misafir ilâhiyatçılara vatandaşlar incir çekirdeğini doldurmayacak sorular soruyor. Bir yerlerde kavruk, kara derili Müslümanlar bir kaşıkla bir sahanın dibindeki bulamacı sıyırıyor. Bir yerlerde Müslümanlar sokaklara serilmiş yaralı ve ölülerini toplayamıyor. Onbir ayın sultanı! Yoksa, cihan hep böyleydi de, eskiden daha az ve daha zor mu ilgi ve bilgi dairemize girebiliyordu? Maksat pide yemek değildi ki!