Eski dünya ile yeni dünya arasındaki farklılıklardan birinin daha farkına vardım. Ev mimarîsi sahasında. Eski dünya derken memleketimizi ve Avrupa'yı kastediyorum. Asya, Afrika ve Orta Doğu ülkelerini henüz gezmedim. Yeni dünya da mâlum, ABD... İstanbul'un en mûtena semtlerini gezerken sokağın iki tarafı boyunca uzanan bir duvar silsilesi arasından geçiyorsunuz. Yüzmilyarlarca lira değer biçilen müstakil evlerin etrafı yüksek yüksek duvarlarla çevrilmiş. Ev ne kadar pahalıysa duvar o kadar yüksek. Demir kapılar da sımsıkı kapalı. Sokak zaten dar, asfaltı bozulmuş, kaldırım kenarları çöplenmiş, ayrık otları biçilmemiş olduğundan (bu ayrıntılar duvarın içindekileri ilgilendirmiyor), iki yanınızdaki kupkuru duvarlarla birlikte o "en mutena semt" gözünüze hiç de sevimli görünmüyor. İç açıcı, ferahlık verici bir manzara yok, bir sıkıcılık ve bunaltı hali var. Aynı durum Avrupa şehirlerinde de görülüyor; orada da lüks villaların etrafı yüksek duvarlarla çevrili, gösterişli demir kapılar kapalı. Bu evlerde yaşayanlar kendilerini hapishânede gibi hissetmiyorlar mı? Son yıllarda inşa edilen namlı sitelerimizde de, lojmanlarımızda da çepeçevre duvarlar ve nizâmiye kapısı gibi kapılar var, bekçiler var. Ortaçağ kalelerinin modern şekli. Amerika'da müstakil evlerin etrafında duvar yoktur, hiçbir şey yoktur. Evin etrafını saran çimen arazi gelir gelir, hiçbir engelle karşılaşmadan sokağın kaldırımına kavuşur. Evlerin kendi aralarında da sınır belli edecek çit yoktur. Her ev kendi bahçesinin nerede başladığını, bittiğini bilir. Yani evler çimenliklerin ortasında öylesine yükselirler. Eğer arazinin ya da trafiğin durumu çit gerektiriyorsa ya tahta şeritlerden ya işlenmiş ince odunlardan ya da incecik demir örgülerden alçak bir çit yaparlar. Dolayısıyla bahçe kapısı ya hiç yoktur; ya da çit varsa, çite süs olsun diye konmuş kilitsiz bir kapı olabilir. Evler apaçık ortadadır. Ancak insanlar ortada değildir. Ev halkı arka bahçede oturur, arka bahçeleri biraz muhafazalı yaparlar ki havuzda yüzerken, yiyip içerken gözlerden uzak olunsun. Eski ve yeni dünya arasındaki bu duvar farkını yorumlamaya çalışıyorum. Sanırım aristokrasi geleneğinin bir uzantısı bu. Efendiler ve halk... Soylular ve köylüler. Yukardakiler ve aşağıdakiler... İçerdekiler ve dışardakiler... "Bu duvarların içi benim mülkümdür, benim krallığımdır, sen dışardasın!" Toplumdaki, maddî güce dayalı farklılıkları belirginleştirme gayesine dayalı, şuuraltındaki efendilik kompleksinin bir sonucu gibi geliyor bana. Galiba Amerika -tarihinin yüz karası bir kölelik müessesesi kurmuş olmasına rağmen- aristokrasiden, bilhassa yirminci yüzyılla birlikte en ziyade kurtulmuş ve en ziyade şeffaflaşmış ülke. "Peki güvenlik meselesi ne olacak?" diye sorulabilir. New York, Chicago gibi birkaç büyük şehirde işlenen cinayetleri, gasp olaylarını duyarsınız hep ve polis sirenlerinin canhıraş sesleri ile dolu polisiye filmlerin de desteklemesi sayesinde Amerika'yı insan canının hiçe sayıldığı bir diyar olarak düşünebilirsiniz. Evet, büyük şehirlerin bazı semtlerinde tabiî ki her türlü cürüm olayına rastlanıyor, ama o, etrafı duvarsız evlerde hiçbir vukuat duyulmuyor. Ben eski dünyadaki yüksek duvar âdetinin güvenlik endişesinden ziyade aristokratik bir geleneğin modern mimarîye yansıması olduğunu düşünüyorum. Zaten güvenlik için türlü türlü alarm sistemleri var. Güvenlik deyince alışveriş merkezlerimizdeki güvenlik tedbirlerine de çok şaştığımı söylemeliyim. Girerken elektronik kapıdan geçip havaalanına girer gibi aranıyor, taranıyorsunuz. Kimi yerde turnikelerden geçiyorsunuz. Çıkarken de yine elektronik gözlü kapıdan geçeceksiniz. Alışveriş merkezindeki markete girerken elinizde başka yerden alınmış torba varsa, bir görevli torbanın ağzını bantlıyor. Raflardan birşey aşırmanıza karşı tedbir. Doğrusu ben potansiyel suçlu olarak telâkki edildiğimi görüp rahatsız oldum. Vatandaşa bu kadar güvensizlik normal midir? Güvenlik tedbirlerinin bu kadar aşikâr olması şart mıdır? Amerika'da şimdiye kadar hiçbir alışveriş merkezinde, markette torbalarımızın ağzı mühürlenmedi, üstümüz başımız aranıp taranmadı. Ama elbette gizli kameralar var. Yüksek yüksek duvarlar örmekle, elekronik kapılar kurmakla iş bitmiyor. Sokaklarda, parklarda, meydanlarda, mezarlıklarda kendimizi emniyet içinde hisssedebildiğimiz zaman meseleyi halletmişiz demektir. Bu da eğitimle sağlanacaktır. Doğru eğitimle... İster 5, ister 8, ister 11 yıl olsun ama doğru eğitim olsun. İçinde bir parça hak-hukuk, helâl-haram, günah-sevap, hesap-kitap fikri olan eğitim...