ESKİ ÇARŞI PAZARLAR HAYRAN BIRAKIYOR
Kahramanmaraş son yıllarda çelik sanayine büyük yatırım yaptı, artık kap kacak işleri onlardan soruluyor. Gelgelelim bakırcılar çarşısında tıkırdayan ustalar bildiklerinden şaşmıyor. Kalaycı Mustafa Usta fikrimizi bile sormadan söylüyor çayları, bodur tabureleri gösterip çökün hele diyor. Yakınmalı bir uslüpla, "Aliminyona sür parmağını kaldır bak" diyor, "Simsiyah! Telle bir ovala adeta metal kusuyor. Bir çay demle, yarım saat sonra boz bulanık bir şey oluyor."
BAKIR KAPLAR KALAYLANSIN
- Ya çeliğe ne dersin usta?
- Çeliğin adı bile soğuk, ne bileyim suni geliyor bana... Ama bakır öyle mi ya. Hem kolay işlenir, hem iyi pişirir. Deterjan filan da istemez bir fiske külle ovala tamam. Sıhhidir sonra... Bunca hastalık nerden çıktı sanıyorsunuz, ülser kanser mi vardı babamızın zamanında?
- Ama 'bakır çalığı' diye bir şey duyuyoruz, insanı zehirlermiş mazaallah.
İnsanı bakır değil, kadınların tembelliği zehirler. Kabını temiz tutmazsan mikrop da ürer, yeşile de çalar. Zaten biz, bize gelen kapları önce isinden pasından arındırıyoruz, kalaya öyle sıra geliyor. Kalaycılar sadece iç yüzeyi parlatmakla kalmıyor tencerenin eziklerini büzüklerini düzeltiyor, kopuk kulplara perçin çakıyorlar. Haza servis bir bakıma...
Mustafa Amca neredeyse yarım asırdır ocak başında, nişadır dumanı gözlerini kurutuyormuş son yıllarda. "Maske taksanız ya" diyecek oluyoruz. Elini boşver gibisinden sallayıp "Acı patlıcanı kırağı çalmaz" diyor, "Zaten zenaat da son demlerini yaşıyor!"
Bakırcı Mustafa Amca ise, insanların ilgisizliğinden dertli, başlıyor saymaya: "Bakır kazan al ömür boyu kullan, oğluna kızına miras bırak. Kullanmasını bilirsen, bakırdan sağlıklısı yok. Sorarım size neden çelik de pekmez olmaz, dondurma kazanları neden bakırdır acaba? Bakır sahanda pişen yumurta, bakır cezvede yapılan kahve niye diğerlerinden lezzetlidir. Bakır çaydanlıkta çayın suyu berrak olur, bakır tencerede ısınan yemek kenarına yapışmaz. Ocaktaki tencereyi tut kaldır elini yakmaz. Hem bakır her zaman para, hurdasının bile değeri var."
HOLLYWOOD'A ÖZEL ÇARIK
Kapar Ailesi belki beş nesildir yemenicilik yapıyor. Meşe palamudu ile yumuşatılıp, kök boya ile renklendirilmiş derileri alıyor, dikişleri balmumumdan geçirilmiş pamuk ipliği ile atıyorlar. Kimyasal adına hiçbir şey yok, bu yüzden kaşıntı mantar yapmıyor. Günün birinde mal verdikleri bir esnaf onlara İngiliz asıllı bir kostüm tasarımcısını (Bayan Juudy) getiriyor. Kadın gördüğü çarıklara hayran oluyor ve bunları filmlerde kullanmak istiyor. Neticede Harry Potter, Yüzüklerin Efendisi, Büyük İskender, Truva gibi filmlere mal yolluyorlar. Genç yemenici Mehmet Kapar, "Eskiden dul kadınlar siyah, evliler kırmızı, nişanlılar turuncu, genç kızlar sarı, hacı teyzeler de yeşil çarık giyerlerdi. Bütün bunlar unutuldu tabii... Ama biz ısrarla edik, kelik, terlik, bot, postal yapıyor, sanatı yaşatmaya çalışıyoruz Maraşımızda..." diyor.
SON SEMERCİLER...
Duvara asılan radyoda Osman Ünlü hocanın sesini duyuyoruz, Ömer Usta saz sıkıştırdığı telisi çuvaldızla dikiyor. Saz, Eber Gölünden geliyormuş bir zamanlar, Eber geberdi malum, göz göre kurudu son yıllarda! Şimdi Kırıkhan'dan getiriyorlar. Bir titizlik bir hassasiyet sanırsınız milyardere kostüm dikiyor. "Ağzı var dili yok bir hayvan" diyor, "Dikkat etmezseniz sırtını yara yapar, suali var, vebali var! Evet her hayvana özel semer yapılmaz ama belli kalıpları var. Biz hatlarını iyi biliriz, sazdan yapılan kısım vücudun şeklini alır zamanla. Yan komşu da semerci... Ali Özen usta, "Bu dükkan tam 200 yıllık diyor, "Eskiden Maraş'ın nüfusu 30 bindi 100 semerci vardı çarşıda... Şimdi 300 bin, 3 tane kaldık, şurada. Malı da civara yolluyoruz, Antep'e, Kilis'e, Adıyaman'a..."
TARHANA TAR TAR...
"Tarhana tar tar boğazımı yırtar, baklava kardeş gel beni kurtar..." Yaz, güze dönerken Maraş'ı görenler kar yağdı sanırlar. Fakiri zengini tarhana kaynatır, lapa kıvamına gelen buğdayı kekik biber ve ekşi yoğurtla karıştırır. Firigi hasırlar (çiğ) üzerine yayıp kuruturlar. Kışın bunları ıslatır kaynatırlar, nohut ve sarımsakla pişen çorba lezzetli ve besleyicidir ancak Maraşlılar kontraplağı andıran tarhana parçalarını cevizle bademle yuvarlamaktan büyük keyif alır, o ekşi tada bayılırlar.
SAĞLAMLIKTA ÜSTÜNE YOK!
Mustafa Amcam da yemenici ama onun iddiası zarafette değil sağlamlıkta.Traktör lastiklerinden kestiği taban yıllara dayanıyor...
SEMER MODASI ONLARDAN SORULUR!
Semerci Ömer Usta moda merkezini aratmayan dükkanında dalmış harıl harıl çalışıyor... Semercilik deyip geçmeyin işin içinde marangozluk var, sap saman işi var, kenarından köşesinden keçecilik, dericilik var, saraçlık var, demircilik var, eh süslemesini de sayarsanız tasarım var, estetik var.
Çeyiz için cevizden yapıyorlar
Kahramanmaraş çarşılarında boy boy ceviz sandıklar görüyorsunuz. Mücevher kutuları, camekanlar. Üzerlerinde zarif oymalar. Korka korka yaklaşıp soruyorsunuz ama fiyatları makul, hatta şaşırtacak kadar. Malum eskiden kızı doğan, koşar sandık almaya. İçine önce bir Kur'an-ı kerim, bir seccade ve Mızraklı İlmihal koyar, başlar içini doldurmaya... Artık tülbentler, oyalar, havlular... Hele "Maraş işi"nin namı mimi var. Bohçaların arasına lavanta torbacıkları sıkıştırır, yünlüleri naftalinle korurlar.
Dondurma tadını, Ahir Dağı'ndaki keçilere borçlu...
Ağzının tadını en iyi bilen hayvan keçidir, kayaların üzerinde ufacık bir çiçek görse çıkar, körpe filizlere ulaşmak için adeta akrobatlık yapar. Allahü teâlâ Ahir dağına nimetler yağdırmış, envai çeşit bitki, kekik, keven, sümbül, çiğdemler. Ve kök yumrularından sahlep elde edilen yabani orkideler... İşte bu yüzden Ahir dağında otlayan keçilerin sütü beyaz ötesidir, kıvamlı ve rahiyalıdır. Dağın kuytularındaki mağara ve çukurlar kışın karla dolar. Maraşlılar bunları yazın indirir pekmezle tadlandırırlar (karsambaç).
Hikayemize gelelim Yaşar ailesinin atalarından Osman ağa bir gün sahlep kaynatıyor, içtiğini içiyor, kalanını bozulmasın diye kara gömüyor. Gece ayaz tabii, sabah bakıyor sahlep kıvam tutmuş, lastik gibi uzuyor. Bunu bir daha deniyor oluyor, eşe dosta tattırıyor. Çok beğeniyorlar "bize de yapsana, bize de, bize de" derken bir meslek doğuyor. Dondurmacılar omuzlarındaki fıçılarla, tenteli arabalarla mahalle aralarında dolanmaya başlıyor. Maraşlılar dondurmaya döve döve sertlik ve esneklik kazandırıyorlar, "Nasıl ki yayla sakızı çiğnendikçe dilberleşirse, dondurma da dövüldükçe güzelleşiyor, satırla zor kesiliyor. Sonrasını biliyorsunuz, ünü ülkeler ötesine ulaşıp marka oluyor. Dünyada adı dondurma ile anılan iki kent var. Biri Roma ki hayli taklitçisi var. Diğeri Maraş ama asla taklit edilemiyor. Niye? Bu Allahü teâlâ'nın bir lütfu, Ahir gibi bir dağ ve bahsedilen otlar başka yerde bulunmuyor. Nasıl Vakfıkebir ekmeği, Antep baklavası, Hamsiköy sütlacı başka yerde olmuyorsa Maraş dondurması da olmuyor.
MEKSİKA BİBERİ NE Kİ?
Maraş lezzette uçlarda gezinen bir şehir. Fıstık ezmesi ne kadar tatlıysa, biberi o kadar acı. Bir de Maraşotu var ama... Dilerseniz hiç girmeyelim o mevzuya...