Makam, şöhret, para hırsı ile kişilik bozukluğu olan tipler; ajanlık, iş birlikçilik için en uygun tiplerdir. Bunlara siyasi lider, din adamı görüntüsü ile saygınlık kazandırılmaya çalışır... Tarih boyunca yaşanan bu gerçeklik şimdi de İslam dünyası için uygulanıyor. Sahte dinler oluşturuluyor, ucube tipler din adamı olarak lanse ediliyor. Psikolojik problemi olan tipler de peşlerinden gidebiliyor... Dün böyleydi, bugün de böyle ne yazık ki! Geçen yüzyılda; İngilizlerin İslam ülkelerindeki vahdaniyeti bozma girişiminde uyguladığı metodu, bu defa da bazı güçler uygulamaya çalışıyor. Bakın; Osmanlı İmparatorluğu'nun şemsiyesi altındaki Orta Doğu coğrafyasını, İngilizler hangi stratejik planla ele geçirdiler? DEĞERLENDİRME İYİ YAPILMALI Yaşanan tarihî gerçekler doğru değerlendirilirse, bugün yaşananların pek de farklı olmadığı görülecektir. İngilizler; Peygamber Efendimizin anne ve babasının kabrini yok eden, hatta Peygamber Efendimizin kabri şerifini yıkmayı isteyecek kadar sapkın olanları desteklemiş, Osmanlı'yı bunlar vasıtasıyla arkadan vurmanın temellerini atmıştır. Bunları Kutsal topraklarda İngilizler hakim kılmıştır. Batı, öteden beri; kendisi savaşmak yerine, ülkeleri ve halkları birbirine düşman etmeyi ve onları savaştırmayı başarmıştır. Yüzlerce yıl Doğu topraklarını istila etme teşebbüsünde bulunan emperyalist Batı; savaşla elde edemediğini hile ile elde etmiştir. İngilizler; toplumları birbirine düşürme hedeflerini gerçekleştirmek için Arabistanlı Lawrence'den çok önce İngiliz ajan Humpher'ı görevlendirmişti. Humpher; kaleme aldığı hatıralarında görevini açıkça yazmış: "1710 yılında İngiltere Sömürgeler Bakanlığı beni Mısır, Irak, Hicaz ve Osmanlı Halifelik merkezi İstanbul'da casusluk yapmak ve gizli bilgiler toplamak için gönderdi. Benim görevim, Müslümanları birbirine düşürmek ve sömürüyü İslam ülkelerine sokabilme yollarını aramak için yeterli bilgileri toplamak idi. Bu amaçla, Ebu Hanife'den çok bildiğini ve Sahih-i Buhari kitabının yarıdan fazlasının hiçbir işe yaramadığını iddia eden Abdülvahhab'la dost olmuştum. Sürekli olarak onu, Allah seni büyük bir dâhi olarak yaratmış, sana Ali ve Ömer'den daha fazla akıl vermiş diye tahrik edip, eğer sen Peygamber zamanında yaşasaydın, kesin olarak onların yerine geçerdin diyerek yüreklendirdim..." Bugün Katolik/Protestan misyonerler çok yönlü faaliyetlerine devam ediyor. Devasa mali kaynağa sahip yeni dini örgütlenmeleri görünce tarih tekerrür ediyor demek lazım. Nurullah Aydın Burs kontenjanları artırılamaz mı? Kredi ve Yurtlar Kurumu Genel Müdürü Sayın Hasan Albayrak, geçtiğimiz günlerde, 30 bin kişi artırılarak, 117 bin öğrenciye burs verileceğini müjdeledi. Ancak bu sayı maalesef ihtiyaç sahiplerine tam olarak ulaşıldığını göstermemektedir. Burslar öncelikli olarak şehit ve gazi yakınlarına, yetiştirme yurdu öğrencilerine veriliyor. Bundan rahatsız olduğumuz anlaşılmasın, kontenjan dolmakta, gerçekten ihtiyaç sahiplerine yine de ulaşılmamaktadır. MAĞDUR DURUMDAYIM! Ben, 600 lira emekli maaşı alan bir ailenin çocuğuyum ve İstanbul Üniversitesi Mühendislik Fakültesi'nde okumaktayım. Hiçbir kurumdan burs almamaktayım. Kredi Yurtlar Kurumu'nun bursuna başvurdum, ancak maalesef hak kazanamadım. Kredi Yurtlar Kurumu Genel Müdürü Sayın Hasan Albayrak'tan özellikle rica ediyorum. 600 lira emekli maaşı alan ailenin çocuğuyum ve İstanbul gibi masraflı şehirde öğrenim görmekteyim. Kurumunuzun bursundan yararlanmak için başvuruda bulunmama rağmen, hak kazanamadım. Mağdur durumdayım. Lütfen öğrenciye verdiğiniz değeri gösterin ve gelecek yılı beklemeden, kontenjanları bir defa daha artırın. Muharrem Demirhan Yargı kararları daha dikkatli yazılamaz mı? 18.01.2010 tarihli Resmî Gazete'de yer alan bazı Yargıtay Kararları dikkatimi çekti. Bu kararlardan üçü Yargıtay 7. Dairesine aittir. Bunlar, mahalli mahkemeler tarafından verilen bazı hükümlerin, Adalet Bakanlığı'nın yazısı üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'nın talebi ile alınan kararlardır. Talebi Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı yaptığı halde, kararlardan ikisinin sonuç bölümünde, kararlardan onaylı birer suretinin Yüksek Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'na, son kararda ise onaylı suretinin Yüksek Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'na, dosyanın yerel mahkemeye gönderilmesi için de Yüksek Yargıtay Başsavcılığı'na gönderilmesine karar verildiği şeklinde yazılmıştır. DEYİMLER DİKKATLİ SEÇİLMELİ Benim basit bir vatandaş olarak bildiğime göre, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı vardır. Yüksek Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı/Yüksek Yargıtay Başsavcılığı gibi, Anayasal sistemimizde olmayan deyimlerin dikkatsizce yazılması, bunun üstelik Resmî Gazete'de yayınlanması ne kadar doğrudur? Kararı yazanların yazdıklarını bir defa daha okumaları ve sonra yayına göndermeleri gerekmez mi? Aynı gün yayınlanan 18. Daire kararında böyle bir yanlışlık yapılmamıştır. Şahin Galip Durum-İZMİR