Tarih, 12 Aralık 2011 Pazar. Sabahın erken saatleri. Yer, Ankara. Türkiye'nin dört bir köşesinden on bin pratisyen hekim, kaldıkları otellerden çıkış işlemlerini yaptırmış, Eylül 2010'da yapılması gereken, ancak KPSS'deki malum hırsızlık, yolsuzluk olayları sebebiyle ertelenen Tıpta Uzmanlık Sınavı (TUS) için sınav mahallerine gidiyorlar. Bu on bin doktorun neden sadece Ankara'da sınava sokulduğu da ayrı bir muamma. Sınav salonuna çanta, saat, cep telefonu vs. sokmak yasak. Çantayı salonun duvarının dibine, cep telefonunu da kapalı halde görevlilerin önündeki masaya koyalım deseniz, onu da kabul etmiyorlar. Herkes bir yol bulacak artık. Oğlum, Ankara'da yaşayan bir lise arkadaşına rica ediyor. Sınav sonuna kadar 3.5-4 saat emanetlerine göz kulak oluyor. Tamam herkesin saatini, cep telefonunu aldınız, ama o da ne sınıfın duvarında saat yok. Sınavın başlama saatine 15 dakika kala bir telaş bir yerlerden bulunup duvara bir saat asılıyor. Bu defa güvenlik tedbirleri son derece sıkı. 10 bin pratisyen doktor, azaltıla azaltıla 2000'lere düşürülmüş asistan doktor kadrosu için yarışacaklar. Dudağındaki sivilce için cildiye uzmanı arayan zamanımız insanına hizmet etmek için bir tıp dalında ilerleyecekler. Yarışmacıların çoğu için 6 yıl tıp tahsili ve en azından 2-3 yıl mecburi hizmet veya askerlikle geçen doktorluk hayatından sonra, bırakalım ideallerindeki uzmanlık dalını, herhangi bir dalda asistanlığa başlamak "Kızılelma" yapılmış. Aslında en yüksek üniversite giriş sınavı puanlarını alarak tıbbı kazanmış, bu zor eğitimi başarıyla bitirmiş pratisyen doktorların tamamı, bu uzmanlık dallarına girip başarabilecek nitelikte. Ama, çoğu işimizi zora soktuğumuz gibi bu konuyu da zorlaştırmasak olmaz. Sözün kısası bu kadar sınırlı kadro için yarışan bu 10 bin uzman adayı "yanlış işlere girebilir" diyerek küpe, yüzük, kalem, silgi, kalemtıraş, mendil, su, velhasıl yanında hiçbir şey olmayacak. TUS'a?çalışacağım?diye?Haziran 2010'dan beri 6 aydır neredeyse evden dışarı çıkmayıp bir mağara adamına dönen oğlum, olacak ya, İstanbul'dan Ankara'ya sınav için soğuk almış ve burnu akaraktan gidiyor. Tabii sınav salonu kapısında kağıt mendil paketine el konuyor. "Burnumu koluma mı sileceğim?" diyor, paketten 2-3 mendil çıkarıp almasına izin veriyorlar. Sınav için gerekli malzemelerin getirilmesine bile izin verilmedi ya, bunları Devlet Baba veriyor. Bir naylon torba içinde bir kağıt peçeteye sarılı, 3 adet mentollü şeker, 2 adet kurşun kalem, birer silgi ve kalemtıraş. Hay Allah razı olsun. Ama verilenler arasında su çıkmıyor. Neden diye soranlara "ÖSYM, önce yasakladı, ama daha sonra suyun şişesini saran marka kağıdı çıkarılarak getirilebilir diye web sitesinde duyurdu" deniyor. Kurşun kalemlerin sertlik derecesinin, cevap işaretlemeye uygun olmamasının yanı sıra "silgi"nin sıkıntılı olduğunu, daha en başta T.C. kimlik numarasını yazarken bir rakamını değiştirmek için kağıda sürttüğünde anlıyor oğlum. Silgi yumuşak lastikten değil, araba lastikleri eritilerek yapılmış sanki. Sileceğine kağıdı kazıyor. Ve oğlum, aslında gerekmemesi lazım gelen bir dikkat göstererek 200 soruyu bu silgiye ihtiyaç duymayacak şekilde cevaplıyor. Çünkü optik okuyucu, bu silginin sildiği yeri muhakkak ki işaretlenmiş kabul edecek. Belki de zaman ve soru kaybediyor bu sebeple. Ve başka bir şey, baştaki hazırlık süresi dahil 4 saat tuvalete gitmeden kaç insan sınavdan geçebilir. Hele çok hayati bir sınav için kaleme sarılmış, en genci 30'una yaklaşmış bu doktorlar için. Ve geliyoruz en ilginç noktaya: Eylül'deki sınav iptal edilmiş. 3 ay sonraya ertelenmiş. Bu arada ÖSYM Başkanı dahil bazı kadrolar değiştirilmiş. Artık eski sıkıntıların çıkmaması umulur değil mi? Ama ne gezer. 200 soruda, 9 adet, yanlış, çift cevaplı vs. sıkıntıları olan 9 soru var. Vaki şikayetler üzerine ÖSYM bunlardan lütfen 4'ünü iptal ediyor. Diğer 5'i için ise yanlışlıkları referans kitaplarca sabit olduğu halde oralı bile olmuyor. Ben şimdi şu soruyu soruyorum; sağlığımıza hizmet etmek için mesleklerinde ilerlemekten başka düşüncesi olmayan doktorlarımıza yapılan bu zulmün hesabını kim verecek? Daha önce sormuştum: Yetkililer, "biz görevimizi yaptık" diyebilirler mi? Bir doktorun babası Bazı okullarda hizmetli açığı Amasya'daki okullarda çalışan hizmetliler hususunda büyük bir dengesizlik ve çarpıklık bulunuyor. Bazı merkezi okullarda gereğinden fazla hizmetli yığılırken, kıyıda-kenarda kalan bazı okullarda tek hizmetli bile bulunmuyor. Çalıştığım okulda 16 derslik bulunmaktadır. Özelleştirme ile gelen alımlarla birlikte 9 tane hizmetli bulunmaktadır. Bazı kasaba okullarında hizmetli bulunmazken, neden merkeze alımlar yığılıyor. Mesela, öğretmenlerde norm kadro olayı mevcut ve norm fazlası öğretmenler açık olan okullarda görevlendirilirler. Öğretmenler bu görevlendirmelere tabi iken, bir okuldan nerede ise öğretmenden fazla hizmetli yığılması adaletli mi? Devletin parası neden çarçur ediliyor? Bizler sorumlu vatandaşlar olarak bu durumu görüyoruz da, ilgililer neden bu duruma göz yumuyor? Birçok okulda haddinden fazla böyle yığılmalar mevcut iken, bazı okullar da hizmetli beklemektedir. Görevliler gereğini yapmalı. Maaşları bu milletten toplanan vergilerle ödenen personel verimli şekilde kullanılmalı...?M. D. > Adres: İhlas Medya Plaza 29 Ekim Cad. No:23 Yenibosna/İSTANBUL Tel: (0212) 454 38 22 Faks: (0212) 454 31 00