3 Kasım seçimlerinden öncesini hatırlıyor muyuz; ülke adeta bir uçuruma doğru gidiyordu. Kimse yarınından emin değildi, iflas edenler ve işsiz kalanlar çığ gibi artıyor, birçok vatandaş başka ülkelere gitmenin yollarını arıyor, parası olanlar dolar alıyordu. Faiz ve döviz astronomik rakamlara çıkmıştı, nereye varacağı da kestirilemiyordu. Kimse yatırım yapmıyor, birçok işletme komşu ülkelere taşınıyordu. Hortumlama ve yolsuzluk olayları da almış başını gidiyordu.... Bana gelen mektup, faks ve e-mailleri okudukça kahroluyordum... İnsanoğlu çabuk unutuyor, ama bazı gerçekleri, ibret almak için unutmamak, zaman zaman hatırlamak gerekir... Halkımız o kötü günlerin müsebbibi olarak gördüğü kadroları sandığa gömdü. Dürüst ve becerikli olduklarına inandığı başka insanlara görev verdi... Doğruyu söylemek gerekirse, gelenler bir yıllık süre zarfında, sözlerinin eri olduklarını gösterdiler, halkın beklentilerini boşa çıkarmadılar, hayal kırıklığına uğratmadılar. Bir yıl öncesinden, enflasyonun bir yıl içinde yüzde 20'lerin altına ineceğine, faizlerin yüzde 30'ların altına düşeceğine, dövizin bugünkü rakamlarda olacağına hangimiz inanabilirdik? Artık insanımıza birazcık güven geldi, yarına dair planlar yapılabiliyor. Her sabah kalktığımızda yeni elektrik, akaryakıt, doğalgaz, v.s zamlarıyla karşılaşılmıyor. İşverenimiz yatırımlarına başlamış görünüyor. Zaten büyüme ve ihracat rakamları çok şeyi anlatmıyor mu? Birileri onca engeli çıkarmasalardı, gelir getirmesi beklenen onca kanun veto edilmeseydi daha büyük bir rahatlama olmayacak mıydı? Hele peş peşe yapılan reformlarla, yetkililerin; insanımızın da bir İngiliz, bir Alman gibi özgürlüklere, demokrasiye, haklara layık olduğunu anladıkları anlaşılıyor. Artık bizi çok sevdiklerini iddia ederek, her hakkımızı kısıtlamaya gidenler ortada görünmüyor.. Peki, bütün problemler bitti mi? Elbette hayır. Zaten bütün meselelerin 1 yıl içinde hallolacağını kim söyleyebilir ki? Bundan sonra da aynı şekilde gider, büyük bir hata yapmazlarsa milletimizin rahatlaması yakındır. Hepimiz aynı gemideyiz; işleri doğru-dürüst yapıp, ülkeyi düze çıkarma gayretinde olanları alkışlamak vatanseverliğin gereğidir. Siz bakmayın, bazı ideoloji bezirganlarının sokaklara dökülmesine, çığırtkanlık yapmalarına. İşler iyi yolda, bu ekip oy verenleri hayal kırıklığına uğratmadı, umarım bundan sonra da uğratmaz. Zaten sizlerden gelen mesajlar da bu yönde... Çok çaresizim Babamı 1986 yılında mide kanserinden kaybettim, sonra ben de hastalandım. Birçok hastanede tedavi olmak için bulundum. Hastalığım hücre erimesi (Skleroderma). İstanbul Haydarpaşa Numune Hastanesi'nde yatarken, tek çözümün bir tıp fakültesi hastanesinde tedavi olmam olduğu söylendi. Maddi imkanlarım el vermediği için bu hastanelere gidemiyordum. Halime acıyan doktorlardan biri, hastanede bulunan basın odasına girip, "burada bir hasta var, ona sahip çıkın" diyerek yardım istedi. Bu vesileyle, Türkiye Gazetesi Muhabiri Cüneyt Bitikçioğlu ve Yazarı İbrahim Aydın Şahin halime üzülerek yardımcı oldular. İbrahim Abi Serbest Kürsü'de yazdı, gelen yardımlarla ilaçlarımı aldım, tedavime başladım. Beni Çapa Tıp Fakültesi Hastanesi'ne yatırdılar. Yürüyemiyor, konuşamıyordum, orada 5 yıl tedavi oldum... Şu anda ne ilaçlarımı alabiliyor, ne de tedavi olabiliyorum. Hastalığım hemen hemen bütün vücudumu kapladı. Çok şiddetli ağrılar içindeyim. Gözlerim dahi az görmeye başladı, çok çaresizim... İlaçlarımı karşılayabilmek için borçlandım. Şimdi 6 milyar kadar borcum var. Ne borcumu ödeyebiliyor, ne de ilaçlarımı alabiliyorum. Umudum önce Allah, sonra sizlersiniz. İlk baştaki gibi beni tekrar hayata döndürün... (Valiliğin açtığı hesap numaraları: TC Ziraat Bankası Bulancak Şubesi Türk Lirası Hesap No: 0328 0039 5641 0000 0009, Euro Hesap No: 17 308 6) Fatma Duman - GİRESUN Her kurum Kemalpaşa TEDAŞ'ı gibi olsa Şiddetli rüzgar sebebiyle bir gecede 5 defa arıza yapan elektriğimi aktif hale getiren TEDAŞ elemanlarını saygıyla selamlıyor, yüksek performanslarının bize huzur ve güven verdiğini duyurmayı bir vatandaş olarak görev sayıyorum. Teşekkürler TEDAŞ... Niyazi Gürsu - Yukarıkızılca Köyü - KEMALPAŞA Bir şehit annesine bu mu yapılmalı? Ben 67 yaşında bir şehit annesiyim. Görün yaşadıklarımızı da vefasızlık mı değil mi siz karar verin... Vatanımız ve bayrağımız için en büyük bedeli biz ödedik!... Evet biz canımızdan da değerli evlatlarımızı bu uğurda kara toprağın kara bağrına "Vatan Sağolsun" diyerek uğurladık. Bugüne gelince, evlatlarımızın neden şehit düştüğünü sorgular olduk. Ne sesimizi duyurabiliyoruz, ne de söz hakkımız var. 11 yıldan fazladır şehitlikte yatıyor, şehitlikte kalkıyorum. Kimin umurunda? Şehit annesinin çektiği acı! Biz bu acıyı çok ama çok dolu yaşıyoruz.. Türkiye Cumhuriyeti Devleti imzası ile hazırlanan bildiri ve ilanlarla; asker, polis, bebek katillerinin anne ve babalarına devlet adeta yalvarıyor. Dağlara taşlara "Topluma Kazandırma Yasası" için binlerce bildiri atıldı. Bu bildiriye ne diyorsunuz? Eğer biz de terörist anne ve babaları olsaydık bu bildirinin muhatabı olacak, bildiride söz verildiği gibi devletin her türlü kolaylığından öncelikli olarak faydalanacak, evlatlarımıza aynı gün kavuşacak, evlatlarımız iş ve aş sahibi olacaklardı. Daha neler neler... Ama, biz bu ülkede şehit anne ve babalarıyız. Bilemiyorum, şehidinin kan parasını ödememek için her türlü yasal kılıfı kendi lehine, şehidinin anasının aleyhine işleten bir başka ülke var mıdır? Yoksa şehit cenazelerinde nutuk atmak, şehit yakınlarına bir çare değildir. Kars 14'üncü Mekanize Tugay Komutanlığı emrinde görev yapmakta iken,18 Nisan 1992'de Doğubeyazıt - Iğdır Karayolunda 3 astsubay arkadaşı ile birlikte PKK'lı teröristlerce vahşice şehit edilen Astsubay İstihkam Teknisyen kıdemli Üstçavuş İlhan Hamlı'nın 67 yaşındaki gözü yaşlı, gönlü yaslı annesiyim. Adım Bedriye Hamlı, anneyim. Ben bir şehit annesiyim. İyice kısılan sesimizle uğradığımız haksızlığı kısaca anlatmak istiyorum: Şehit ailelerine ve gazilere devlet tarafından "Nakdi Tazminat" adı altında 2330 Sayılı Nakdi Tazminat Kanununa göre çekişmesiz bir ödeme yapılmaktadır. Niyet elbette iyi. Ancak, bizler şehit anne ve babası olarak, hakkımız olan bu "Nakdi Tazminatı" alamadık. Çünkü yetkililer bizimle iletişim kurup, "Emanette Nakdi Tazminatınız var. Neden almıyorsunuz?" diye sormadılar. Hiçbir şekilde nakdi tazminatın varlığı konusunda tebligat yapılmadığı halde; rızamız olmadan şehidimizin kan parasını, sanki devletimiz şehidinin kan parasına muhtaçmış gibi hazineye gelir kaydı yaptılar! Sonuç olarak, Milli Savunma Bakanlığı, Maliye Bakanlığı, 2 Sayılı Merkez saymanlık Müdürlüğü bu süreçte hiç iyi bir sınav vermedi. Bu geçen zaman içersinde şehit anne ve babası ile alay eder gibi mahkemeler çözüm yeri olarak gösterildi. Bir devlet şehidinin anasına, "mahkemelerde sürün" der gibi zorluk çıkarır mı? Ben bir şehit annesi olarak birilerinin layık gördüğü şekilde mahkemelerde sürünmeye devam ediyorum. Samsun 1.Asliye Hukuk Mahkemesi'nde kaybettiğim davaya, Yargıtay'da itiraz ettim. Bakalım Yargıtay 4 Hukuk Dairesi son sözünü ne şekilde ne zaman söyleyecek! Davayı Yargıtay'da kaybedersek terörist yakınları gibi biz de hakkımızı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nde mi arayalım isteniyor?.Ama umudumu yitirmedim. Ben paranın peşinde değilim. Vefanın peşindeyim. Üç kuruşluk kan parası ne devleti batırır ne de oğlumu geri getirir. Bu para bazılarının belki de bir akşam yemeği parası! Şehidine ve onun anne, babasına ve diğer yakınlarına sahip çıkan bir devlet zamanaşımı gerekçesinin arkasına sığınmamalı. Böyle bir anlayış sadece terör örgütlerini sevindirir. Şehit anne ve babasının hakkı olan üç kuruşluk Nakdi Tazminat'ı bir yanlışlık oldu özür dileyelim de ödeyelim diyecek sorumlu bir yetkili bu ülkeden çıkmayacak mı? Şimdi diyoruz ki, Ankara bu şehidinin kan parasını hazineye irad kaydetmeyi içine sindiriyorsa, söyleyecek sözümüz, arayacak hakkımız yok. Söyler misiniz; şehit anne ve babasının hakkı olan Nakdi Tazminatı, zamanaşımına uğratıp ödememek kime ne kazandırıyor? Milli Savunma ve Maliye Bakanlığı gönülsüz ve katı davranarak, şehidinin kan parasını ödememek için daha ne kadar direnecek! Bedriye Hamlı - SAMSUN Hep yanıltıldık, mağdur edildik... Ben Türkiye Cumhuriyeti'nin bir vatandaşı değil, gölgesinden ibaretim. Hem de, gelen Hükümetlerin oy diye baş tacı edip, sonra ellerinin tersiyle bir kenara ittikleri binlerce küsmüş, çaresiz, aç, unutulmuş gölgeden biri... 1998 Fizik Bölümü mezunuyum. 21 kredilik Branş Öğretmenliği ve 33 kredilik Sınıf Öğretmenliği sertifikasına sahibim. O yıldan bu yana o kadar çok konuştum, öyle yerlere yazdım ki, artık kendi adıma söyleyecek ne bir sözüm, ne de yazacak bir satır yazım var. Ancak bu fakülteleri tercih edecek kardeşlerimizden birinin dahi olsa, çektiğim, çektiğimiz sıkıntılara girmesine engel olmak olabilir amacım... Benim gözleri ışıl ışıl, umut dolu, ülkesine hizmet aşkı ile tutuşan idealist kardeşlerim; bu fakülteleri silin aklınızdan, yokmuş gibi davranın. Formasyon denen para, emek ve manevi yıkımı da... Eğitim Fakülteleri'nin lise kısmını tercih ederken de düşünün biraz. Kaç yıldır bekleyen binlerce branş Eğitim Fakültesi mezunu var. Alınan kadro çok komik; mesela 5 Biyoloji, 5 Kimya, 20 Fizik öğretmeni v.s... Peki ya geriye kalan binlerce mezun. Bu gençler ne yapar, nasıl geçinir... Neden bu fakültelere sadece ihtiyaç kadar öğrenci alınmaz? Cevap açık; ülkenin seviyesi yükselsin arkadaş, Avrupalıyız ya... Hem bu bölümler kapanırsa, formasyon verilmezse birileri bu ranttan mahrum kalmaz mı? Neden emekli edilsin, yaşını başını almış insanlar, eğitimin kalitesinin düşmesi, gençlerin bunalıma girmesi çok mu önemli... Fen-Edebiyatmış, Mühendismiş, Hemşireymiş kimin umurunda... Kimsenin hakkında, ekmeğinde gözümüz yok. Sadece hakkımızı istiyoruz. Haketmediğimizi de Allah nasip etmesin... 1998 yılından bu yana Milli Eğitim'de ücretli Fizik ve İngilizce öğretmeni olarak çalıştım. Atanmayan Eğitimciler gelince, Akhisar Milli Eğitim de attı bir kenara bizi. Kısa yoldan mesleğe atılanlar çok güzel yerlere geldi. Binlerce fakülteli bunalımın eşiğinde. Sayın Recep Tayyip Erdoğan, bir konuşmalarında hakkı yenmiş binlerce Beden Eğitimi, Fen-Edebiyat Fakültesi mezunundan bahsetmiş, seçim öncesi bazı sözler vermişti, unutuldu mu? Eski Bakanlardan Sayın Necdet Tekin, tepkilerden, haksız eleştirilerden korkmadan 5 bin Fen Edebiyat mezununu atamıştı. Biraz daha vakti olsaydı bizim mağduriyetimizi de gidereceğinden emindik. Oysa yeni Milli Eğitim Bakanımız, Fen Edebiyat Fakültelerinin verdiği eğitimin kaliteli olduğundan bahsetmiş ve atamaları puana göre yapacaklarını söylemişti. Sonra da bu sözler unutuldu. Zaten her gelen aynı şeyi yapmıyor mu? Hep 2. sınıf muamelesi görmedik mi, haksız atamalara şahit olmadık mı, unutulmadık mı, ağlamadık mı... Yeliz Kasırga - AKHİSAR