Konya'da ihmal ve sorumsuzluk zincirinin yolaçtığı facia yüreklerimizi dağladı. Ama bundan ibret almak, ders çıkarmak, benzer faciaların olmaması için tedbir almak gerekmez mi? Hatırlanacağı gibi, bir süre önce aynı şekilde Beyoğlu'nda bir bina çökmüş, yine birçok vatandaşımız can vermişti. Yetkililerin belirttiklerine göre, Beyoğlu'nda yıkılmak üzere olan çok sayıda bina mevcut. Belediye bu binaları tespit etmiş, mühürlemiş. Kalacak yeri olmayan bazı insanlar da gidip, mühürlü kapıyı açıyor ve o binalarda kalıyor. Sadece kalanlar değil, o binaların duvarları dibinde her gün çocuklar oynuyor, vatandaşlar geçiyor... Yetkililer o binaları yıkamıyor; tarihi imiş ve Anıtlar Kurulu tek yetkili imiş. Mühür vurmakla sorumluluk bitiyor mu? O tehlikeyle iç içe yaşamak kimsenin umurunda değil mi? Tarihi değerleri varsa tamir ettirin, onarmıyorsanız yıkın. Anıtlar Kurulu da ölenler için sorumlu sayılsın, hesap verilsin. Can güvenliği tehlikede olanlar şimdiden, sorumluluğu varsa bu kurumdan da hesap sorsun. Sivil toplum kuruluşları devreye girsin... Bir kar yağışıyla İstanbul'u felç eden yetki kargaşası, çürük binalarda da kendini gösteriyor... Avcılar'dan haber var mı? Hani büyük depremden sonra ağır hasar gören binalar; onlara ne oldu? Hangi merci takip ediyor? E-5 Otoyolu'ndan geçen herkesin gördüğü gibi, vatandaşın gözüne baka baka bu binaları süslediler, hasarlarını gizlediler. Şimdi oralarda, muhtemelen o binaların eski halini bilmeyen vatandaşlar oturuyor. Bereket versin, bu binalardan biri tamirat hazırlıkları yapılırken kendiliğinden yıkıldı da insanlarımıza mezar olmadı. Allah göstermesin bir deprem olursa, kayıpların hesabını kim verecek? Bu işin bir sorumlusu olmayacak mı? Vatandaşın kızgınlığını geçirmek için yine sadece müteahhitlere kızılıp bırakılacak mı? Bitirin bu kargaşayı. Kamu reformu mu yaparsınız, yerel yönetimler kanunu mu çıkarırsınız; ne yapacaksanız çabuk yapın ve bu kargaşayı bir an önce bitirim. Vatandaş da kimden hesap soracağını net bir şekilde bilsin ve sorsun... CHP de bu süreçte engel çıkarmasın, istismar edeceği başka konular bulsun. Saltanat mı, hilafet mi; hangi konuyu bulursa bulsun, yeter ki vatandaşın canına mal olacak böyle bir engellemeye kalkışmasın. Felaketin ne zaman geleceği bilinmez... Sağlıkta KDV'ye hayır! Yürürlükteki vergi mevzuatı gereğince, sağlık hizmeti ve ilaç satışına % 18 oranında KDV uygulanmaktadır. İnsan sağlığı, diğer ticari ve sınai faaliyetlerden farklı olarak ele alınması gereken bir konudur. Dolayısıyla insan sağlığına ilişkin alım-satım faaliyetlerine, diğer ticari faaliyetlere uygulanan KDV oranında vergi alınması, Anayasanın; 2. maddesinde yer alan "sosyal devlet" ilkesine, 56. maddede devlete yüklenen "herkesin hayatını, beden ve ruh sağlığı içinde sürdürmesini sağlamak" görevine aykırıdır. Nitekim İngiltere, İrlanda, Kanada gibi ülkelerde sağlık hizmeti ve ilaç satışına KDV uygulanmamakta, yine Avusturya, Belçika, Fransa, Hollanda gibi ülkelerde de, diğer ticari faaliyetlere oranla çok düşük KDV uygulanmaktadır. Öte yandan sağlık hizmeti ve ilaç konusunda en büyük alıcı devlettir. Dolayısıyla bu konuda en büyük KDV mükellefi bizâtihi devletin kendisi olmakta, bu durum sosyal güvenlik sistemi nedeniyle sistem içindeki yurttaşların sağlık ve ilaç giderlerini finanse etmekte zorlanan devlet için ayrıca bir yük oluşturmaktadır. Sonuç olarak; "insan sağlığında KDV'ye hayır" diyor, Anayasanın 2. ve 56. maddelerinde belirtilen ilke ve devlete yüklenen anayasal görev gereği ve ayrıca Avrupa Birliği ülkelerindeki uygulamalarla paralellik sağlanması ve tasarruf tedbirlerinin yerine getirilmesi için sağlık hizmeti ve ilaç satışına uygulanan KDV'nin kaldırılması veya en düşük seviye olan % 1 oranında KDV uygulanmasını istiyoruz. Av. M. Bülent Deniz (Tüketiciler Birliği Genel Başkanı)