Çağ dışı kanunlar kalksın!

A -
A +

Aşağıda arz edeceğim satırlarda dile getireceğim sorunlar, çağdaş demokratik rejimlerde bulunmayan, ibret konusu olaylardır. Ben burada bunları belki de kanun gereği uygulayan belediyeleri suçlamak istemiyorum; ama bir gerçeği vurgulamak istiyorum. Bilindiği üzere 3194 Sayılı Kanunun 23. Maddesine uygun olmak şartıyla belediyeler beldelerinde yaptıkları yol, su, kanal, asfalt gibi hizmetlerinden istifade eden konutlardan, maliyet bedelinin belli oranında katılım payı tahakkuk ve tahsil etmektedirler. Ancak bu kanun, belediye gelirlerinin yok denecek kadar az olduğu yıllar önce çıkarılmıştır. Bugün belediyeler, emlak, çevre temizlik vergisi, genel bütçeden pay, hatta elektrik faturalarından dahi pay almaktadır. Çağdaş bir devlette vergiler hizmet içindir. Her yapacakları hizmet için ayrıca pay alacaklarsa, yıllık gelir-gider bütçesi yapmalarına ne gerek kalır? Tapu sicillerine "kamu alacağı" diye bildirilip ipotek konan, tahsil edilemeyen ve 5-10 milyon iken, yasal faizleri nedeniyle 100 milyonları geçen bina, daire ve kat sahipleri az değil. Kaldı ki, bu mükelleflerin çoğu, gayrimenkulüne ipotek konulduğundan da habersizdir. Çünkü belediyeler alacak tebliğlerini, Maliye gibi taahhütlü mektupla tebliğ etmeyip; bina kapılarından bir defa pusula şeklinde bir kağıt olarak atıp gitmektedirler. Devlet ve kamu kutsaldır; güzel ama vatandaş da en az devlet kadar kutsal olsun. Avrupa normlarında artık vatandaş haklarının kutsallığı, devlet kutsallığının önündedir. Bizde de hiç olmazsa eşit olsun. Oysa her şeyden vatandaş yükümlüdür; görevli vergi makbuzunu işlemez, saklayıp ispat etmeye ille de vatandaş sorumludur. Yoksa ceza ile yeniden öder. Bunlar su, elektrik, telefon, vergi gibi her hizmet alanında böyledir. Hizmeti veren hep haklı, bedelini ödeyen vatandaş haksız!.. Şimdi yine belediyelerin çağ dışı ve tek taraflı hak uygulamalarına değinmek istiyorum. Dede yadigarı bir arsa üzerinde, kendime iki katlı bahçeli bir ev yapmak istedim. Ruhsat vermek için belediyenin ileride yapacağı yol, su ve kanalizasyon hizmeti için benden istediği noterden tasdikli taahhütname aynen şöyledir: "Bu hizmetler için katılım bedeli olan 11 milyarın %25'i olan 2 milyar 750 milyon lirayı belediye hesabına hemen yatırmayı, geri kalan %75 tutarındaki 7 milyar 250 milyon TL'yi belediye vaadettiği bu altyapı hizmetlerini yaptıktan sonra 6 ay içinde ödeyeceğimi, ileride Bayındırlık Bakanlığı maliyet rakamlarında bir değişiklik olursa, bu fazladan tahakkuk edecek parayı da ödeyeceğimi, eğer ödediğim miktarın altında bir ödeme hesabım çıkarsa, fazla ödemiş olduğum parayı hiçbir şekilde geri isteme talebinde bulunmayacağımı peşinen kabul ediyorum" Vereceğimi vereceğim, ama alacağım olursa istemeyeceğim. İşte hukuk ve demokrasi anlayışımız. İşte vatandaşa hizmet anlayışı... Kaldı ki belediye bu hizmetleri ne zaman yapacağını taahhüt etmiyor. Vatandaş kendine ticari maksat dışında bir ev yapacak. Belediye hizmet katılımı, ruhsat harcı, mühendis-mimar parası, yapı denetimi; yetmedi, binayı şirkete yaptıracağız ve binayı yapacak paranın yarısını işe başlamadan harcayacağız. Ondan sonra vatandaş kaçak inşaat yapıyor diye kızacağız. Kurduğumuz, mesuliyet yüklediğimiz kurumlar görevini yapmadıkça yeni kurumlar oluşturuyor, bürokrasi artıyor. Devlet hepten hantallaşıyor. Şimdi son olarak, 1956 yılında Üsküdar Zeynepkamil'deki sokağımızda bulunmayan içme suyu şebekesini belediyenin nasıl yaptığını anlatayım. Sokak başında bulunan çeşmeden su taşımamızın zor geldiğini, sokağımızın tamamına su verilmesini istediğimizde belediye, "param yok, siz finanse edin" dedi. Mevcut binaların bir kısmı yapılacak masrafı ödedik. Belediye şebekeyi döşedi ve suya kavuştuk. Sonra da ödediğimiz para karşılığı su verildi, bedel tamamlandıktan sonra bizden su parası alındı. İşte 45 yıl önceki anlayış ve işte yukarıda verdiğim 2001 yılındaki anlayış! Ne tarafa doğru gittiğimizin muhasebesini yapmanın zamanı gelmiştir... ¥ Sefer Metin - İSTANBUL Başarı ve geleceği tartışalım İnsanların birbirleriyle konuşması, fikir alış verişinde bulunması elbette güzel şeydir. Açık fikirler, farklı düşünceler ortaya çıkıyor. Herkes aynı şekilde düşüncek, aynı şekilde başarılı olcak diye bir kural yok. Son günlerde ne zaman bir canlı yayında program izlemeye kalksam veya gazete okumaya kalksam sürekli olumsuz veya söylenmesi ve yazılması gereken konularla zamanlarımızı geçiriyoruz. "Kim daha fazla laik, kim daha fazla demokrat, kim daha fazla dinci..." Bir de bunları, örnek alınması gereken yetkililer söyleyince yanlışlık daha da büyümüyor mu? Saatlerce yetişkin insanların bunları halkın önünde tartışması, ne kadar anlamsız. Ne laikliğin, ne de demokrasinin, dinin terazisi var; kimde ağırlığın daha fazla olduğunu öğrenmek için tartalım. Bunlar bir yaşam tarzı değil mi, bir şey uygulanınca mı daha iyi olur, yoksa saatlerce gereksiz tartışmalar mı? Bizler toplum olarak bunları geçmeliyiz artık; öğretim üyeleri bunları konuşacaklarına eğitimi, gençlerimizin hangi dalda ve nerde başarılı olacaklarını, siyasetçilerimiz de bunlar yerine ülkemizdeki ekonomik krizi ve hakımızın sorunlarını biraz olsun dinleseler daha başarılı olacaklarına eminim. İnsanlarımız artık zaruri ihtiyaçlarını bile karşılıyamıyorlar, her gün acı olaylar yaşanıyor. Hiçkimse yapılan yanlış politikayı üstüne almıyor. Peki bu ülkeyi onlar yönetmiyor mu? İlla ki bir şeyler yapmak için veya yapmamak için o koltukta oturmak mı gerekiyor? Bu hükümetin suçu değil diye, bir yerlerde suçlu arıyoruz. Sürekli tartışmalar konuşmalar, heyhat ki tartışmasını da beceremiyoruz. Canlı yayınlarda görüyoruz aynı anda karşılıklı atışmalar birbirlerinin söylediklerini bile duymuyorlar, oysa onlar millete bir şeyler anlatmak için bir araya gelmişler. Konuşalım ama birbirimizi anlıyarak aynı fikirde olmasak bile birbirimize saygı göstererek konuşalım. Başarıyı konuşalım, başaramadıklarımızı konuşalım, neden ülke olarak bu hale geldiğimizi konuşalım. Gençlerimizin durumunu, sanayicimizi, çiftçimizi konuşalım... ¥ Sevim Kaya - İZMİR Bizlere yazık değil mi? Güzel ülkemizin en güneyinden, mağdur insanların arasından sesleniyorum. Ben, çiftçilikle uğraşan bir ailenin, yüksek okul mezunu işsiz bir ferdiyim. 150 yıldan bu yana tütün üretimi yapan ve Türkiye'de pipo tütününün yetiştirildiği tek yer olan, göçler nedeniyle neredeyse ilçe olma çoğunluğunu kaybedecek Yayladağı ilçesinin sesini okurlara ve muhatabım olan insanlara iletmek istiyorum. Nasıl bir zihniyet ki, üretim yapan vatandaşına engeller çıkarıyor? Madem tütün ektirmiyorsunuz, iklimi başka bir bitki yetiştirmeye müsait olmayan buralara alternatif bir ürün ve destekleme getirin! Üretimin yok edildiği bir ülkede, adaleti ve kalkınmayı nasıl sağlarsınız? ¥ Hüsrev AltınbaşakYayladağı HATAY

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.