Devlet adamı-halk adamı

A -
A +

Yıllardır hep "Devlet Adamı", "İyi Devlet Adamı", "Eşi Bulunmaz Devlet Adamı" gibi bazı tabirlerle, bazı şahsiyetlerin taltif edildiğine şahit olmaktayız. Dikkatimi çeken, bu insanların çoğunun bir süre sonra aynı özelliklere kavuştuklarıdır. İçlerinde politikacı olanların bir kısmı, seçim zamanlarında halkın nabzına göre çıkışlar yapar, popülist bir davranış sergiler, kılıktan kılığa girer hepimizi inandırmayı becerir. Ama Ankara'ya gidilince bambaşka bir kişilik sergilenir; söylenenler, vaatler unutulur, yine eski ortak kisveye bürünülür. Vatandaş da kendi kendine söylenir durur, kimsenin umurunda değil. Yeni seçimde eski roller yine oynanır durur... Bu zatlar, renkleri ne olursa olsun, zamanla aynı şekli alıyor; ciddi(!), vatandaşa mesafeli, seçim haricinde asık suratlı, kasıntılı... Sanki Necip Fazıl'ın "Çatık kaş, hükümet dedikleri zat" mısraı bunlar için yazılmış. Bunlar "Devlet Adamlığı"nın gereğini(!) yaparlar. KİT'leri habire büyütür, lojman sayısını çoğaltır, makam arabalarını şişirirler, hem de en lüksünden... Devletle beraber kendi konumlarını, servetlerini, iltimaslarını da büyütürler. Bunlar da adeta devletle özdeşleşirler. Tam devletçi, dokunulmaz, ulaşılmaz, değiştirilmez... Suç işleyenleri de ya korunur, ya da sembolik bir cezaya çarptırılır. Devleti ve kendilerini akla hayale gelmeyecek yasal zırhlarla koruma yoluna giderler. Çoğdaş dünyada kişi başı milli gelirler 30 bin dolara çıkmışken, halkımızın 2 bin dolarda kalması da pek umurlarında değil. Bu yoksul halkın gıdasından, yakıtından bile %18 vergi almaktan imtina etmezler. Bazı mallarda bu vergiler %50'lere bile çıkarılmaktadır. Yıllardır bunlar sahnedeler, ama sefalet, işsizlik, açlık, çaresizlik azalacağı yerde; artmakta. İnsanlarımız başka ülkelere gitmek için yabancı temsilcilikler önünde uzun kuyruklar oluşturmakta, vize alamayanlar da hayatlarını tehlikeye atarak, gemi ambarlarında gitme yoluna tevessül etmekte. Binlerce şirket batarken, milyonlarca insanımız işsiz kalırken bile bunlar maaşlarını aksatmamakta; para az gelince de yeni vergilerle halkın sırtına yeni yükler bindirmekteler. Kısaca, hayatı, ülkeyi çekilmez hale getirirler... Bunların çoğu tek işle iktifa etmez, birçok şirketin yönetim kurulunda yüklü maaşlar karşılığı çok üstün performanslarını(!) sergilemekte, ama ne hikmetse bu şirketlerin zarar etmesi bile konumlarını değiştirmemekte... Bunlar halka güvenmez, hayatı anlamsız yasaklarla çekilmez hale getirmede de mahirler. Zaman zaman bu kalıba uymayanlar da çıkmıyor değil, ama bunlara karşı toplu bir linç girişimi hiç gecikmez, gereği yapılır... Kısaca halkımız sefalet içinde kıvranırken bile bunların bir elleri yağda bir elleri balda... Yeni kaymakam adaylarının, yöneticilerin kursları hatırlattı bu sevimsiz düşünceleri. Halkla nasıl diyalog kurulacağının, halka nasıl hizmet edilmesi gerektiğinin pek önemi yok! "Smokin nasıl giyilir, tango nasıl yapılır", bunlarla uğraşılıyor? Anadolu'nun küçücük ilçelerinde bu hayat tarzına sahip olan kaç kişi var? Bu pırıl pırıl insanların, kaymakamların kendilerine benzemeleri için nasıl da ısrar ediyorlar! Yurtdışındaki vatandaşlarımıza da genellikle sahip çıkılmaz. Yıllardır gelen mektuplardan anladığım kadarıyla, dış temsilciliklerimiz de halkımıza pek açık değil. Almanya'dan bana gelen bir mektubu unutmam mümkün değil: "Bunlar inançlarımızı, gelenek, göreneklerimizi, problemlerimizi öğreneceklerine; öncelikle, kokteyl, balo adabı, şarap şeşitleri ve içimi gibi hususlarda kursa tabi tutuluyorlar " Bunların doğru olmadığını kim söyleyebilir? Yurtdışında haksız bir şekilde hapis cezasına çarptırıldığı iddia edilen birçok vatandaşımızla ilgilenilmediğinin bizzat şahidiyim... Artık "Halk Adamı" tabirini kullanmanın zamanı gelmedi mi? Halk gibi düşünen, halkın derdi ile hemdert olan, halkla iyi diyalog kuran, halka karşı dürüst olan, halk için çalışan yöneticiler, diplomatlar.. Devlet zaten halktan oluşuyor. Halk mutlu, zengin, rahat, güçlü olursa; devlet de böyle olur... Ev İdaresi Bölümü işe yaramıyor mu? Bizler 1995 yılında Anadolu Üniversitesi Ev İdaresi Bölümü'nden mezun olduk. Üniversite tarafından, kreşlerde öğretmenlik yapabileceğimiz söylendi. Başvuruda bulunduğumuz okulların hiçbiri bizi kabul etmedi. Biz gençlere yazık değil mi? 13 yıl boşuna mı okuduk? Madem bir işe yaramıyordu, bu bölümü neden açtınız? 30 bin anaokulu öğretmenine ihtiyaç varken, bizler boşta geziyoruz. Dikey geçiş hakkı tanındı, yüzlerce mezun varken, sadece 8 kişi lisans tamamlıyor. Bize bir umut verilsin, geleceğimiz karartılmasın. > YÖK'ten bir açıklama bekliyoruz! Ev İdaresi Mezunları

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.