Bu devlet okullarına para vermekle nasıl başa çıkacağımızı bilemez olduk artık. Bağlar İlköğretim Okulu'nda kızım okuyor. Aylık aidat ödüyoruz. Sonra bir öğretmen çıkıyor, "Bu dergiye muhakkak yazılın, zira imtihanda soruları bu dergiden soracağım" diyor ve aylık 800.000 TL'ye bu dergiye mecburen abone oluyoruz. Peki bu durumda kitabı aldırmanın ne manası kalıyor? Sonra beden eğitimi öğretmeni kalkıyor diyor ki: "Beden eğitimi parası vermeyenler taşta, betonda takla atacak; verenler ise minderde." Tabii bunun bedeli de 1.500.000 TL. Bu ne biçim eğitim sistemidir? Bu ne biçim öğretmendir? Ki daha körpecik dimağlara bu gibi ikilemleri yerleştiriyor. Geçen seneler buna benzer olaylar yaşamıştım. Burada "Ben" diyorum ama eminim ki bunu o okulda bulunan hemen herkes yaşıyor. Aidat vermezsen, sınıfta kalmakla not düşürmekle tehdit ederler. Haa hatırıma gelmişken şunu da yazayım. Bu sene öğretim yılı yeni başladığında bir öğretmen; "Resim çektireceksiniz." demiş. Sonra da; "Resim çektirmeyenlere sözlü notu vermeyeceğim" diye eklemiş. Anlayamıyorum. Bütün bunlar öğretmenlerden mi, okuldan mı, yoksa sistemden mi kaynaklanıyor? Zaten krizdeyiz. Ülke krizde. Bir de üstüne üstlük bizlerden para çekmeye çalışmaları hele hele tehdit etmeleri artık canıma tak etti ve yazdım. ¥ K. Ş. Ne yaptınız bu ülkeye? 6 Aralık günü, TGRT'nin 19:00 ana haber bültenini seyrederken kanım dondu. Peş peşe üç haber vardı; ilki Hatay'dan. Erzak kuyruğunda bekleyen kadınların iç parçalayıcı haykırışları. Hemen arkasındaki haber İstanbul Bakırköy'den; bunda da aynı manzara, ayak altında ezilenler, kolu incinen yaşlı bir kadının çaresizliği... Üçüncü haber Van'dan; dramatik, dehşet verici. Bile bile terkedilen çocuklar ve bunlardan birinin ölmesi, diğerlerinin de ölüm yatağında çırpınmaları. Yakalandıkları bir hastalıktan dolayı ithal bir mamayla beslenmeleri gereken bu masum yavruların yüzüstü bırakılmaları. Anne ve babanın kahredici çaresizliği ve yetkililerin duyarsızlığı. Hepsi de ayda 300 milyon lira tutan bir bedel uğruna... Yaptığımız bir haber için kazara bu çocukların açık kimliklerini belirtirsek, yetkililer hemen yakamıza yapışıp kamu davasını açarlar. Bu çocukları korumak için... Peki bunları ölüme terkedenlerin yakasına kim yapışacak? Bunlar verilen birkaç haber; Türkiye'nin dörtbir yanında benzer dramların heran yaşandığını da biliyorum; bana gelen mektuplar da böyle... Vatandaş kolundaki bileziği, yastık altındaki üç-beş kuruşu da bitirdi. Bundan sonra olabilecekleri düşünmek bile istemiyorum. Birilerine sormak istiyorum; ne yaptınız da bu ülkeyi iki yıl içinde bu hale düşürdünüz, işin ciddiyetinin farkında mısınız? Garanti Bankası'ndan örnek davranış 4 Aralık tarihli gazetemizin bu köşesinde Zeynep A.'nın "Kredi kartlarınıza dikkat" başlıklı bir mektubuna yer vermiştim. Garanti Bankası Kurumsal İletişim Müdürü Aslı Germen'in gönderdiği yazıya göre; olay kendilerine intikal eder etmez, banka olayı soruşturuyor. Bilgileri çalınan kartla yapılan alışverişlerin karşılığında verilen sliplerin üzerindeki imzanın Zeynep A.'ya ait olmadığı ispatlanınca, problem kart sahibi lehine neticelendiriliyor. Zeynep A.'dan da benzer bir mesaj geldi: "Konu bankaya intikal ettirildikten sonra, sürekli olarak benimle irtibat kurdular, işi araştırdılar. Sonra telefon ettiler, haklılığımın ispatlandığını, bana ait olmayan harcamaların iptal ettirildiğini söylediler. Ekstremi kontrol ettim, gerçekten de tümü iptal olmuş. Garanti Bankası çalışanlarına; olaya ilgi gösterdikleri, beni sürekli arayıp bilgi istedikleri, olayın gelişimi hakkında sürekli arayarak rahatlattıkları ve beni mağdur etmeden iki haftada çözdükleri için çok teşekkür ediyorum." Biz üvey evlat mıyız? Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Yaşar Okuyan'ın dikkatine; Bizler Bağ-Kur çalışanlarıyız. SSK çalışanları gibi biz de bu bakanlığa bağlıyız. Onlar 1993 yılından beri ek tazminat alırken, bizlere bu tazminatın ödenmemesini hayretle karşılıyoruz. Acaba bu memlekette üvey evlat mıyız, yoksa çalışmıyor muyuz? Hani adalet. Bu haksızlığın biran önce giderilmesini bekliyoruz... ¥ A. C. - ANKARA