Milyonlarca öğrenci, onbinlerce öğretmenin nezaretinde bugün binlerce okulda dersbaşı yapıyor. Veliler ve servisçiler de katılınca, Türkiye'deki herkesi ilgilendiren bir koşuşturmanın başladığını söylemek yanlış olmaz. Peki, bu büyüklükteki bir camia ne alemde? Bunun cevabını çoğumuz biliyoruz, ama bir daha hatırlatmakta fayda var. Devletin okullar için ayırdığı para çok az. Bu yüzden çoğu okul dökülüyor, bir kısmı su, elektrik, yakıt parasını ödeyemiyor. Mecburen "zorunlu bağış" formülü devreye giriyor. Makul olanı velilerin de zoruna gitmiyor; ama ya "vur deyince öldürenler" yok mu? Bu konudaki şikayetler çok fazla. Yetkililerin açıklamalarına da itibar eden yok zaten... Okulların açık kalması için de başka çare yok... Bütün bu ödemelere rağmen, küçücük salonlara tıkış tıkış doldurulan minikler... Her sene gibi, bu defa da kayıt sırasında rezaletlikler yaşandı. Bazı liselerdeki ön kayıt uygulaması yüzünden, sabahlara kadar kuyrukta battaniyeye sarılı duran minikler, yıkılan hayaller, çığlıklar... Okulların bakımı için para veremeyen devlet, öğretmenlere geçinebilecekleri bir maaş veriyor mu, peki? Ne gezer... Çoğu eğitimcinin geçinebilmek için simit, limon satmak zorunda kaldığını bilmeyenimiz yok. Buna rağmen, öğretmen olmak için okumuş, mezun olmuş, öğretmenlik için bekleyen yüzbinlerce gencimiz de sokaklarda, bunlara iş verilemiyor. Bir tarafta 60-70 öğrenciyi okutmak zorunda olan öğretmenler, öbür tarafta işsiz öğretmenler... Meslek Liseliler'in dramı Bütün bu problemlerden daha büyük bir dram, "Meslek Liseliler"in dramıdır. 2 yıldır bu gençlerin çığlığını kimse duymak istemiyor. Sırf bir kesimin önünü tıkamak için koskoca bir gençlik feda edildi. Ne kazanılmış haklar, ne hukuk, ne anayasal haklar, ne de insan hakları... Bunlar yetkililerin umurunda değil. Kafalarına koyduklarını yaptılar. Bunların üniversiteye gitmelerini engellediler, iş de vermediler. Yüzbinlerce gencimizi kahve köşelerine terkettiler. Anaların çığlıklarını, intiharın eşiğinde olan gençlerin feryadını hiç duymadılar... Bu işe yön veren bürokratlar kendi sırça köşklerinde, istikbalimizi tehlikeye atan bu tür haksız uygulamalarına devam ettiler. Halkın çığlıkları, kalın duvarlarını aşamadı. Bu köşe ve benzeri yerlerde çıkan yazıları da okuma gereğini, cevap verme nezaketini göstermediler. Öyla ya, onlardan daha iyi mi bilecektik, onlar iyisini yapıyordu, halka ne oluyordu ki!.. Bunun çaresi yok mu? Bunun çaresi var elbette. Ama önce kafaların değişmesi gerekir. Dünyadaki gelişmiş ülkelerin bu işi nasıl hallettiğine bakmamız gerekir. Bu dev problemle, yoksul halkımızın verdiği vergilerle başa çıkamayacağımız gün gibi ortada. Öyleyse, çocuğu okuyan velilerimizden, gücü yetenlerin ellerini de bu taşın altına koymak gerek. Özel okulları mümkün olduğu kadar teşvik ederek, devletin yükünü hafifletmeli. "Hatta patiska ve ayakkabı imalatında başarısız olan devletin eğitim ve sağlıkta da sınıfta kaldığı" gerçeğini kabul etmemiz gerekir. Devlet kısa zamanda bu işleri şahıslara devretmeli. Bu kaynaklar, yoksul öğrencilerin eğitimlerine katkı için kullanılmalı. İnsanımızı şekillendirme sevdası da bırakılmalı. Bu veya benzer bir uygulama ülkemizin istikbali için elzemdir. Yoksa, korkarım artık gençlerimiz gemilerin ambarlarında saklanıp daha çok kaçacak. İmkan bulanlar zaten ülkeyi terkediyor. Gençlerimizle, geleceğimizle böyle oynamak, devletin hazinesini hortumlamaktan daha büyük bir suçtur ve öyle görülüp, varsa sorumlular hesap vermeli. Hiç kimse güzel Türkiye'mizi "yaşanamaz" hale getirme hakkına sahip değildir! Bizim hakkımız yok mu? Rektörlere sesleniyorum! Ben Meslek Yüksekokulu İşletmecilik Bölümü'nü birincilikle bitirdim. Fakat şu an döt yıllık bir üniversiteye devam edip edemeyeceğim belli bile değil. Biz iki yıl boyunca uğraşıyoruz, neden bizim direkt olarak 4 yıllık üniversitelere geçiş hakkımız yok? Biz boşuna mı uğraşıyoruz? Neden özel üniversiteler sadece bu yıl sınava girenlere çağrı yapıyorlar da benim gibi M.Y.O'nu dereceyle bitirenleri unutuyorlar? Lütfen bir kerre de dar gelirli ailelerin çocuklarını düşünün, maddi imkanı olmadığı için okula devam edemeyen öğrencileri düşünün... * S.E. - İSTANBUL Bu yanlışlığı düzeltin Yök Başkanlığı'na ve İzzet Baysal Üniversitesi Rektörlüğü'ne; Ben Abant İzzet Baysal Ünıversitesi Bolu Meslek Yüksek Okulu, Bilgisayar Operatörlüğü ve Teknikerliği bölümünden 2000 yılında mezun oldum. Ancak 1999 12 Kasım depremi nedeniyle okulumuz hasar gördü ve yetkililerinn de ihmali yüzünden, okulumuza 6 ay ara verdirildi. 8 Mayıs 2000'de dersbaşı yaptık. Ancak aynı zamanda Eylül ayında gerçekleşen DGS (dikey geçiş sınavına), okulun ihmali yüzünden, geç açılış nedeniyle kabul edilmedik. Depremzedeyken bir de eğitimzede olduk, bir senemiz ziyan oldu. Bu 2001 yılında ise, "önümüzdeki engeller kalktı" zannederek, 17 Temmuz tarihinde tekrar sınava girdim. Hem sayısal, hem de sözel bölümleri yaparak çok iyi netler elde etmeme rağmen, ÖSYM'ce ben ve 2000 mezunu hiçbir arkadaşım bir devlet üniversitesine yerleştirilmedi. Nedeni ise, ortalamalarımızın toptan 50 olarak verilmesi ve bunu müteakip bizim puanlarımızın bizimle hiç alakası olmayan nedenlerden dolayı düşürülmesi. ÖSYM hiçbir açıklama yapmazken, okul ise bilgilerimizn doğru olarak ÖSYM'ye iletildiğini iddia etmekte. Sonuz olarak patlayacak bombayı habire birbirlerine atmaktalar ama şu mağdur öğrencilerin halini hiç düşünmeden... NOT: Ortalamam 4 üzerinden 3.02, yani 50'ye değil, 75-80 arası bir puana tekabül etmekte. Puanın düşmesine neden olabilecek noktalar: 1 - Ortalamaların ve standart sapmaların ÖSYM'ye bildirilmemesi, 2-2001 yılında mezun sayısının 5'ten az olması (ben 2000 mezunuyum)... Mağduriyetimin giderilmesini istiyorum. * Ülkü Öz Kurumumuzda israf olmamaktadır 08.08.2001 tarihli gazetemizin bu köşesinde "İsraf önlenemez mi?" başlığı altında yayınlanan okuyucu mektubunda, SSK Erenköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi'nde hastalar için hazırlanan yemeklerin arttığı ve dökülerek israfa yolaçtığı belirtiliyordu. Sağlık İşleri Genel Müdürü Prof. Dr. Demir Özbaşar imzasıyla gönderilen, konuyla ilgili açıklama şöyle: Kurumumuz Erenköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi'nden alınan 09.08.2001 tarih ve 6180 sayılı yazılarından: hastanedeki yemek istihkakının, Genel Müdürlüğümüzce belirlenen gramaj üzerinden hesaplanarak rasyonda belirtilen miktar kadar pişirildiği, yemeklerin hastane mutfağından servislere hasta sayısına göre dağıtıldığı; üretimde fazlalık sözkonusu olmadığı; ayrıca yemek dağıtımının her gün bir sorumlu hemşirenin denetiminde ve 5 ayrı serviste yapıldığı, yemek israfının (dökülen-atılan) olmadığı, yemek konusunun baştabipliklerince denetim altında tutulduğu anlaşılmıştır"