Bugün, Dünya Engelliler Günü. Sayıları oldukça kabarık olan engellilere karşı sorumluluklarımızı yerine getirdiğimiz söylenemez. Her an hepimizin başına gelebilecek bu olguya bir başka gözle bakmamızın zamanı geldi. Ömer Sinan Yağcı, engellilerin durumlarını ve toplumun anlayışını çok güzel bir şekilde ifade etmiş. Okuyunca bu husustaki anlayışımızın değişeceğine inanıyorum: 'Nevet, ben kötürümüm' der Cüneyt; heybetli vücudu ile tekerlekli sandalyede oturduğunu gören badem gözlü Türkan'a. Türkan ne söyleyeceğini bilemez, bir dansöz kıvraklığı ile döner ve kaçar odadan. Kendisine acınacağından yüzde yüz emin olan Cüneyt, Cüneyt'i haklı çıkaran ve bu duygudan kaçan Türkan. 10-15 dakika geçer geçmez, Cüneyt aslanlar gibi ayaktadır ve bir zamanlar kendisine acıyan Türkan'ın karşısındadır. Bizler önce acıma duygumuzla vicdanımızın varlığından emin olur, sonra bir ohh çekeriz bu iyileşme karşısında; acımaya gerek kalmamış tatmin olmuşuzdur. Hiçbir Türk filminde bir kötürüm hâlâ kötürümken perde kapanmaz. Tabii eğer filmin kötü adamı ya da kadını değilse. Bir cezadır kötürümlük, iyi insanların başına gelmez... Bizler iyiyizdir ve kötürümlük (daha modern deyimi ile engellilik) evlerden, odalardan uzak olanıdır. Öyle midir? Nasıl bir ülkeyizdir ki 7.5 milyon insanı bu kadar kötüdür? Ya kötürüm doğan çocuklar? Kimlerin günahlarının bedelidirler? Ve dini bütün vicdanı tam olan bizler hangi güdü ile uzak dururuz bu cezalandırılmışlardan? Ama bizimle bir ilgisi yoktur onların. Olmamalıdır, olursa sormaya başlanacaktır? Neden? Nasıl? İyi ama! Hani Nerede? Uzak durulmalıdır. Taa ki, taa ki devlet engelli çalıştırmamanın cezasını 600 bin TL'den 750 milyona çıkarana kadar. Ucu dokundu, ver ilanı engelli ara. Belki de böyle olmalıdır. Belki de, engelliyi normal bir vatandaş sayan gelişmiş ülkelerde de süreç böyle yaşanmıştır. Ucu dokuna dokuna... 3 Aralık Dünya Engelliler Günü, engelsizlere ne ifade eder? Ya engelliler böyle bir günden haberdar mıdırlar? Yoksa topluca habersiz kalmak vicdan rahatlığı bakımından daha mı iyidir? Ya da acaba anneler günü gibi, öğretmenler günü gibi, dünya tiyatro günü gibi, sigarayı bırakma günü gibi, ve daha pek çokları gibi gibi, tüm yazılı, görsel ve işitsel yayın organlarında, okullarda ve işyerlerinde hatırlansa ve anılsa ucu dokunmadan da bir yol alınabilir mi? En önemlisi bir gün bizde kötürümlüğün herkesin başına gelebileceğini ve milyonlarca insanın geçirdiği gibi bir ömrün kötürüm olarak geçirilebileceğini anlatan filmler, diziler çekilir mi?" Terör, medya ve "Modern Afet Yönetimi" İstanbul'daki terörist saldırılar üzerine basına yönelik eleştiriler ve buna çözüm geliştirmek için başvurulan yöntem konusunda bir "Afet Yönetimi Uzmanı" olarak görüşlerimi belirtmek istiyorum... Önce terörün, insan kaynaklı bir afet olduğunu görmeliyiz. Bu bombalı saldırılar, ne bir güvenlik mensubunun üstesinden gelebileceği gündelik bir olaydı, ne de bir ambulans, itfaiye ve/veya polis ekibinin üstesinden gelebileceği bir acil durumdu. Bu saldırılar, yerel imkanlar ile baş edilemeyen, etkilediği yerlerin işlevlerini tamamen ve uzun süre durdurabilen birer afetti. Bu nedenle de, bu olaylarda da küçük çaplı bir "Afet Yönetimi" uygulanmalıydı. Bugün basın-medya ilişkisi, başka bir gün başka ilişkilerle böyle tek, tek ve bir birinden kopuk bir şekilde ele almaktan, deneme ve yanılma yöntemiyle çözümler geliştirmekten artık vazgeçmeliyiz. Problemler ve olaylar bir sistem dahilinde, bütünün bir parçası olarak ele alınmalıdır. Bugün bu konuda göz önüne alınacak olan sistem ise Modern Afet Yönetimi Sistemidir. Bu konuda, 11 Eylül saldırılarından sonra ABD'deki gelişmeleri de dikkate almamız gerekir. ç Prof. Dr. Mikdat Kadıoğlu (İTÜ Afet Yönetim Merkezi Öğretim Üyesi)