Yıllardır bu ülkenin imkânlarından faydalanan Ermeni, Rum, Musevi gibi gayrimüslim vatandaşlarımız, işlerine gelmezse çoktan bu ülkeyi terk ederlerdi. Onların da bir vefa borcu olmalı... Dünyadaki soydaşlarına, dindaşlarına Türkiye'nin nasıl bir ülke olduğunu söylemek daha çok onlara düşer. Lütfen seslerini daha çok çıkarsınlar... Türkiye, tarih boyunca daima mazlumun ve mağdurun yanında yer almış, yardımcısı olmuştur. 1500'lü yıllarda İspanya'da zulüm görüp kaçan Musevileri, Osmanlı topraklarına kabul etmiştir. 2. Dünya Savaşı yıllarında, Nazilerin zulmünden kaçan Musevilere, yine ülkemiz kucak açmıştır. 19. yüzyılda, Almanya'nın Mülhaym şehrindeki Ren Nehrinin bir yakasında Almanlar, öbür yakasında da Fransızlar oturuyordu. Fransızlar, her sene nehrin karşı kıyısına geçiyor, Almanlara ait topraklardaki mahsulün tümünü toplayıp götürüyorlardı. O sıralarda, birliğini henüz temin edememiş olan güçsüz Almanlar ise buna fazlaca ses çıkaramıyorlardı. Almanlar çareyi Osmanlı sultanına durumu yazıp, imdat istemekte bulurlar ve sultana durumu izah eden bir mektup gönderirler. Osmanlı'nın gerileme yıllarına girdiği bir zamana denk gelen bu yardım isteğini inceleyen padişah, asker göndermez; yalnızca asker elbisesi göndermeyi kafi bulur. Cevabî mektupla birlikte, içi asker elbisesi dolu üç çuval da Almanlara yollanır. Mektupta; "Fransızlar korkak adamlardır. Onlara yeniçeri göndermemize gerek yoktur. Yeniçerimizin kıyafetini görmeleri kafidir. Çuval içindeki Osmanlı askerinin elbiselerini adamlarınıza giydirin. Bu adamları mahsul zamanı, nehrin görülecek yerlerinde dolaştırın. Karşıdan gören Fransızlar için bu kafidir" ibareleri yer alır... Bağ bahçe sahipleri, hemen Osmanlı askerinin kıyafetlerini kapışırlar. Hasat vakti geldiğinde, giydikleri bu yeniçeri kıyafetleriyle ve büyük bir heyecanla, nehir kıyısında dolaşmaya başlarlar. Ertesi gün, nehrin karşı yakasından gelen haber, Almanların sevinç çığlıkları atmalarına sebep olur: Almanlara, Osmanlı'lardan imdat geldiğini zanneden Fransızlar, korkudan, köylerini de terk ederek, iç kısımlara doğru kaçmaktadırlar. Zulüm sona ermiştir... Bu olay, Mülhaym'lıların gönüllerinde taht kurar. Giydikleri yeniçeri kıyafetlerini, daha sonra Mülhaym'a bağlı Karlsruhe müzesine koyup, ziyarete açarlar. Şehrin en yüksek binasına da Osmanlı bayrağı asarlar. Ayrıca, hâlen olayın yıl dönümünde, şehirde bir karnaval düzenleyip, hadiseyi temsilen kutlarlar. Bu olay, Osmanlı'nın sadece birkaç yeniçeri kıyafetiyle Almanları Fransızların elinden ve talanından nasıl kurtardığını anlatan, maziden kalma, pırlantalarla resmedilmiş bir tablo gibidir. Bize Ermeni soykırımı yaptı diyenler, yıllarca ülkeleri sömürmüş ve asimile etmişlerdir. Fransa Cezayir'de, İtalya Libya'da, ABD yıllarca Kızılderili soykırımı yapmıştır. Şimdi ise İsrail, aynı zulüm ve soykırımı Filistinlilere yapıyor. Batı dünyasının sesi çıkmıyor. Adnan Ağır-NEVŞEHİR Formatör öğretmenleri kıskanmasınlar! 17 Nisan 2012 Salı günkü Serbest Kürsü köşenizdeki, "Bu adaletsizliği düzeltin lütfen!" başlığı altında dile getirilen şikayete cevap vermek istiyorum. Çok komik gerçekten; 1. Kimse zorla müdür yardımcısı olmuyor, üstelik bunun için deli gibi ders çalışıp, sınava giriyorlar. Öğretmenlik yapmak istemedikleri için müdür yardımcısı oluyorlar. Kendi seçimleri yani. 2. 7:30-18:30 saatleri arasında, okulda duran müdür yardımcısı tanımadım bugüne kadar. Aralarında görev paylaşımı yapıp, sırayla erken çıkıyorlar okuldan ya da geç geliyorlar. Kendi işlerine göre okulu ayarlıyorlar. 3. Haftada en az 6 saat derse girmeyi bırak, en çok 3 saat derse girseler yeter. O da kâğıt üzerinde yani. 4. Müdür yardımcısı nöbetini odasında tutuyor, öğretmenler gibi elinde düdük bağırıp çağırmıyor. Bir mesele için gelen çocuğu da önce sınıf öğretmenine gönderiyor. Böyle nöbeti insan her gün tutar. 5. Hafta sonu kurs için geliyor, ek dersini alıyor. Akşamları da kırk yılda bir, bir sorun olacak da gelecek. 6. Resmî olarak dersi boş olan sınıflara girmek müdür yardımcısının görevi ama tabii ki onların yerine derse ya sınıf öğretmeni, ya nöbetçi öğretmen, ya da stajyer öğretmen gönderiliyor. 7. Sorumluluk üzerinde gibi görünse de, bütün sorumluluk öğretmenlerin üzerinde. Bu yazılanların hepsi kağıt üzerinde var olan şeyler. Formatör öğretmenleri neden bu kadar kıskandıklarını hiç anlamadım. Sanki onların cebinden alıp bana veriyor devlet... M.A. İnsanlık bu hâle mi geldi? 19/04/2012 tarihinde topunu almak isterken Porsuk Çayı'na düşen çocuğumuz, 600 metre sürüklenmesine rağmen, kimse kurtarmaya girişmemiş. Orada bulunup, duyarsız davranarak, yardım etmeyenleri esefle karşılıyorum. Çocuğumuz, belli ki çok sevdiği topunu bırakmak istemedi peşinden gitti ve ne yazık ki suya düştü. Onun bir topa vermiş olduğu sevgiyi, değeri, biz insanlar, insana hele de bir çocuğa veremedik. O, suyun içinde boğulurken, can çekişirken sadece baktık, bakakaldık. 600 metre ne demektir? Ne kadar mesafedir? Lütfen bir düşünün. Bu güzel bahar günlerinde, şehrimizin en işlek yaya trafiğinde, her yüz metreye kaç insan düşer? 600 metreye kaç insan düşer? Ya da 600 metrede kaç insan, vicdanında boğulur? O çocuğumuz, bir sürü insanın arasında, insanlık ayıbında boğuldu. Balık tutar gibi utanç verici kurtarma rezaletine hiç değinmek istemiyorum. Ta ki bir insan evladı, gözünü kırpmadan suya atlayıp, bu ayıptan hepimizi kurtarana kadar. Orada bulunan, bu utanca ortak olan insanlar!.. Suda ıslanmaktan mı korkutunuz? Kendiniz de boğulmaktan mı korktunuz? Çocuğu tanımadığınızdan mı atlayamadınız? Orada boğulup can çekişenin bir can olması kafi değil miydi? Sizin çocuğunuz da olabilirdi orada can çekişen, o zaman da duyarsız mı olurdunuz böyle? Ben, bir Eskişehirli olarak, insanlarımızın geldiği bu noktayı ve utancı unutamayacağım. Çocuğu kurtarmak için suya atlayan o "insan'ı da... Nazan Hava > Adres: İhlas Medya Plaza 29 Ekim Cad. No:23 Yenibosna/ İSTANBUL Tel: (0212) 454 38 22 Faks: (0212) 454 31 00