Oğlunu kötü alışkanlıklardan vazgeçiremeyen bir baba ilginç bir yönteme başvurur. Çocuğunun her hatası için tahtaya bir çivi çakar. Günler sonra tahta çividen görünmez olur. Oğlunu çağırır ve tahtayı göstererek, hatalarını bir bir sayar. Oğlu, 'her gün bir iyilik yaparak, bu çivilerin tamamını temizleyeceğim' der. Günler sonra babasının karşısına gelir, 'bak baba hiç çivi kalmadı' der. Baba tahtaya bakar, 'çivi kalmamış ama izler duruyor' der... Avrupa Birliği rüzgarıyla yelkenini dolduran Türkiye, reform paketlerini ve özgürlükleri tartışıyordu. Demokratik işleyişi, parmakla gösteriliyor, dünyada itibar görüyordu. Yabancı yatırımcı ülkemize gelmek için yarışıyor, enflasyon ve faizler düşüyor, ihracat rekorlar kırıyordu. Duble yollar yapılıyor, sağlık sistemi ve sigorta sisteminde reformlara gidiliyor, hastaneler adliye sarayları inşa ediliyordu. Bütün dünyada itibarımız artıyordu. Ama her şey 14 Mart 2008 tarihinde, Anayasa Mahkemesi'ne açılan kapatma davası ile değişti. Başsavcı, yüzde 47 oyla iktidara gelen AK Parti'nin kapatılmasını istedi. Siyaset yasağı istenen AK Partili yöneticilerin en büyük suçu ise başörtüsünün üniversitelerde serbest olması yönündeki düşüncelerini açıklamaktı. Halbuki söz konusu Anayasa değişikliği MHP'nin desteğiyle TBMM'den geçirilmişti. (411 Milletvekilinin oyu ile). Hukuk ters işledi ve Anayasa Mahkemesi, üniversitelerde başörtüsü yasağını kaldırmaya yönelik Anayasa değişikliğini, yetkisi olmamasına rağmen iptal etti. Anayasa'ya göre, Yasama yetkisi Türk Milleti adına TBMM'ye verilmiştir. Anayasa tarafından verilen bu yetkiyi kimse Yüce Meclisimizden alamaz; kimse kendini yasa koyucu yerine koyamaz. Aynı şekilde Anayasamıza göre, TBMM de yasama yetkisini devredemez. Neticede bu hukuksuz uygulama başarılı olamadı ve AK Parti'nin kapatılması talebi 6'ya karşı 5 oyla Anayasa Mahkemesi tarafından 30 Temmuz 2008 tarihinde reddedildi. Sizler hangi demokratik ülkede, birilerinden 'biz asılız, yüzde 97 oy alınsa bile bize sormadan bir şey yapılamaz' diye bir beyanat duydunuz? Hangi demokratik ülkede, ana muhalefet partisinden, 'Anayasa Mahkemesi'nden istediğimiz gibi bir sonuç çıkmazsa sonu kötü olur' diye bir tehdit işittiniz? Hangi demokratik ülkede, askerler, Cumhurbaşkanlığı seçimine, bir gece yarısı kurum internet sitesine konulan muhtıra ile müdahale eder, bu mümkün mü? Hukukun darbesi ve darbenin hukuku olmaz. 21. yüzyılın parlayan Türkiye'sine, içe kapanmak, demokrasi dışı metotlarla yönetilmek, askerî ve bürokratik vesayet altında yönetilmek, hiç de reva görülen bir durum değildir. Antidemokratik eğilimler, vesayetçi yaklaşımlar, dayatmacı projeler, siyasetin normalleşmesine değil, anormalleşmesine hizmet eder. Anormal bir ülkede de devlet işleri anormal gider. Bu da halka olumsuz yansır. Önemli olan, Türkiye olarak, demokratik yürüyüşü devam ettirerek, darbelere teşebbüs edenleri tarih önünde yargılamak değil midir? Ülkemizi hak ettiği demokratik, siyasi, ekonomik ve hukuki seviyeye getirmek, cesur siyasetçiler ve savcılara halkın desteğinin devam etmesi ile mümkündür. Darbelerle yüzleşmenin zamanı geldi ve geçiyor artık... Türk halkı, demokrasiye çakılan bu çiviyi de çıkarır; ama geride kalan izler ne olacak? Tarihten ders alarak, bu telafisi mümkün olmayan hataların devam etmemesi temennisi ile... Yüksel Kantar Sağlıkta ücretlendirme nasıl olmalıdır? Burada söz ettiğimiz ücretlendirme, SGK tarafından yapılan ücretlendirmedir. A) Fark alınabilecek işlemler belirlenmelidir Sağlık alanında, bütün işlemlerin ücretsiz hale getirilmesi mümkün değildir. Bunu hiçbir ülke başaramamıştır. Bu durumda, sağlık alanında hizmet sunulan işlemlerin farklı kategorilere ayrılması ve buna göre fiyatlandırılması birinci adımı oluşturacaktır. a)- Birinci grup işlemler, temel seviyede ve yapılması mecburi işlemleri kapsamalıdır. Bu işlemler ücretsiz olmalıdır. b)- Zorunluluk niteliği tartışılabilecek bazı işlemler, belirli oranda katkı payları ile sunulabilir. c)- Bir kısım işlemler ise, SGK'nın ödeme kapsamı dışına çıkarılmalıdır. B) Fark alabilecek kuruluşlar belirlenmelidir a) Özel kuruluşların tamamı fark alabilmelidir. Çünkü, onlar bütün giderlerini kendileri karşılamak durumundadırlar. Özel kuruluşların ne oranda fark alabileceği konusunda sınır koymak anlamsızdır. Çünkü, her kuruluşun maliyetleri ve giderleri birbirinden farklıdır. Kendi maliyet dengelerine göre, fark oranını kendileri belirleyebilmelidirler. Gerisi, vatandaşın tercihine bırakılmalıdır. b) Üniversite hastaneleri de fark alabilmelidirler. Çünkü onlar da farklı hizmet üretmek misyonuyla karşı karşıyadırlar. c) Eğitim ve araştırma hastaneleri de, bazı işlemlerden fark alabilirler. d) Genel hizmet amaçlı devlet hastaneleri, fark almayabilirler. Ya da mecburi işlemler dışındaki bazı işlemlerden fark alabilirler. C) Fark ödeyebilecek sigortalılar belirlenmelidir Önemli bir durum da, hangi tür sigortalıların fark ödeyeceği konusudur. a) Ödeme gücü olmayanlar ve SGK tarafından sağlık prim ödemesi üstlenilen kesim, fark ödememelidir. Tabii ki fark ödememe kuralı, mecburi işlemler için geçerlidir. b) Geri kalan sigortalılardan, asgari ücretle çalışanlar da fark ödememelidirler. c) Asgari ücretin üzerinde geliri olan kesim için, Almanya ve diğer bazı ülkelerde olduğu gibi, gelir durumuna paralel prim ödemesi ve yine gelir seviyesine paralel fark ödenesi kuralı getirilebilir. Bu çerçevenin detaylandırılması ve zenginleştirilmesinin gerekliliği ortadadır. Bu alanda gecikme ise, ülkemize çok şey kaybettirecektir. Dr. Paşa Göktaş > Adres: İhlas Medya Plaza 29 Ekim Cad. No:23 Yenibosna/ İSTANBUL Tel: (0212) 454 38 22 Faks: (0212) 454 31 00