Hastaların tetkik çilesi

A -
A +

Hükümetin sağlıkla ilgili reformlarına karşı, bürokrasiden kaynaklanan gizli bir direnişin bulunduğu anlaşılıyor. İyi düşünülmüş adımlar birileri tarafından engelleniyor. İşin bu şekilde yürüyemeyeceği ısrarla gösterilmeye çalışılıyor. Bu direnişin medyadaki uzantıları da, kolaylaştırılmış hizmetlerden faydalanacak halk kitlelerinin menfaatlerini destekleyeceğine, bu engellemelere çanak tutuyor... Ahmet Sevük'ün belirttiği, hastalara yaşatılan bu tetkik çilesi başka türlü nasıl açıklanabilir? "Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK), 15 Ekim itibariyle, özel görüntüleme ve tanı (teşhis) merkezleriyle olan sözleşmesini sonladıracağını, bu merkezlerle özel hastanelerin sözleşme yapması durumunda, bu hizmeti özel hastaneler kanalıyla alacağını duyurmuştu. Sağlık Bakanlığı hastaneleri de kendi bünyelerinde bulunan görüntüleme cihazlarıyla SGK'lı hastalara hizmet vereceklerdi. Bünyesinde ilgili teşhis metoduyla ilgili altyapısı bulunmayan devlet hataneleri de bu tetkikleri, yine özel hataneler gibi, özel teşhis ve görüntüleme merkezlerinden sözleşme yapmak suretiyle satın alacak ve SGK'ya fatura edeceklerdi. Ama 15 Ekim itibarıyla, özellikle devlet hataneleri, hastaların ihtiyacı olan tetkiklerin temini için belirgin bir çalışma yapmadıklarından, SGK'lı hataların perişan olmamaları için SGK bu uygulamayı 31 Aralık 2007 tarihine kadar erteledi. Sözkonusu proje uygulanmaya başladı ama yine devlet hastanelerinin 15 Ekimden farklı hiçbir hazırlıkları yok, hastalar perişan ediliyor. SGK ile anlaşması olan özel hastaneler, özel görüntüleme ve teşhis merkezleriyle anlaşma yapıp, hastalarına en rahat hizmeti sundukları halde, tamamen halka hizmet için kurulan, kâr amacı bulunmayan devlet hastaneleri bunu yapamadılar. Birkaç adım ötelerinde bulunan ve hastaların ihtiyacını en kolay giderecek durumda olan özel görüntüleme ve teşhis merkezleriyle anlaşma yapmadılar. Mevcut haliyle bile kendi hastalarına yetişemeyip, haftalarca sonrasına randevu veren diğer devlet hastanelerini adres gösteriyorlar. Sağlık Bakanlığı hastaneleri, özel görüntülemelerle anlaştığında, bu hizmetten fark alamayacağını ama kendi hastanelerine kurdurduğu teşhis cihazlarının çalışmasından para kazandığını düşündüğü için, hastaların perişan olmasına göz yumuyor. Uygulamanın ilk günlerinde, herhangi bir hasta birikimi yok iken, Anadolu yakasında Haydarpaşa Numune Hastanesi 2 ay sonraya, Kartal Lütfi Kırdar Devlet Hastanesi 3 ay sonraya, MR için randevu verebileceklerini ifade ettiler. Bu çekimlerin raporları, çekimden bir hafta sonra hastalara verilmektedir. Ayrıca, özel teşhis ve tedavi merkezlerinde yapılıp da, hâlâ devlet hastanelerinde yapılmayan ve daha önce olduğu gibi, şimdi de SGK tarafından ödemesi karşılanan tetkiklerin durumu ne olacak? Hastanın pet ct gereken bir hastalığı varsa, bunu sadece özel hastaneler kanalıyla sevkini yaptırarak, ya da cebinden karşılayarak yaptırması gerekiyor. Devlet hastanelerinden gerek cihaz olmadığı ve gerekse yoğunluk nedeniyle sevk edilen 40'tan fazla tetkik var. Bunların durumu ne olacak? Özel teşhis merkezleri, SGK hastalarının sevklerini 3 gün içinde çekimlerini yapıp raporlandırmak zorundaydı, aksi durumda ceza ve anlaşmanın feshi sözkonusuydu. Devlet hastanelerinde haftalarca sonrasına randevu verilen ve raporları da bir hafta sonrasına sarkıtılan hastaların mağduriyetleri görülmüyor mu? Devlet hastanelerinin, özel görüntüleme ve teşhis merkezleriyle anlaşma yapmamasından dolayı yaşanan bu mağduriyet, SGK tarafından önemsenmiyor mu? Çifte standart mı uygulanıyor? Bir başka garip durum da maliyet açısından; SGK devlet hastanesine de özel görüntüleme ve teşhis merkezlerine de aynı parayı ödüyor. Hasta haklarından söz edip bangır bangır bağıranlar nerede?" Statükoyu değiştirmek kolay değil. Her alanda kurulmuş menfaat grupları bulunmakta. Hastanelerdeki ilaç sıkıntılarını da buna ilave etmek gerekir... Hükümet bu bürokrasinin oyunlarını mutlaka kısa sürede bozmalıdır... >> Maaşımızı düzeltmiyorsunuz bari sigortalarımızı tam yatırın! Milli Eğitim Bakanlığı'na; Biz, Milli Eğitim Bakanlığı'na bağlı okullarda ücretli eğitim veren öğretmenleriz. Bir ay süresince girdiğimiz ders saatine göre ücret alıyoruz. Bu da asgari ücretin biraz üzerinde bir meblağa denk geliyor. Ders sorumluluğu olarak kadrolu veya sözleşmeli öğretmenlerden bir farkımız yok ama iş ücrete ve primlerimizin yatırılmasına gelince, birden beklemediğimiz bir muameleyle karşılaşıyoruz. Günde altı saat olmak üzere haftada 30 saat derse giriyoruz. Sigorta primlerimiz de bu çalışma saatlerinden yatırılıyor. Bir aylık bir çalışmadan sonra en fazla 18 günlük bir primi hak ediyoruz. Peki bizim evde okuduğumuz yazılı kağıtları ve ertesi günü vereceğimiz derse hazırlanarak geçen zamanımız ne olacak? Maaşta belki buna razı olduğumuz düşüncesi ile bir düzeltmeye gidilmez ama, hiç olmazsa sigorta primlerimiz tam olarak yatırılamaz mı? > Bir grup ücretli öğretmen >> Madenlerimizin kıymetini bilelim Türkiye'nin madencileri olarak, önce ülkemizi, sonra madenlerimizi daha sonra mesleğimizi savunacağız.1990'lı yıllarda, metalik madenler için, hobi tarzında saha araştırması yapıyordum. İlgilendiğim sahaların dökümlerini istediğimde,"tuprag" diye bir şirket çıkıyordu, ruhsat sahibi olarak. O günlerde bana çok da mantıklı gelmemişti. Demir madenciliği, hatta krom vb. tüm madenciliğin bir pazar sıkıntısı yaşayacağı, artık tüm demir ihtiyacının hurdalardan karşılanabileceği, krom pazarını ancak Rusların çelik tencere ihtiyacının canlandırabileceği, ciddi ciddi yazılıyordu. (Şahsen ben bile inanmıştım) O yıllarda, yurt dışından bir ortak ile antimon konusuna girmek üzereydim. Antimon fiyatı 6000 dolardan, 800 dolara düşünce, işletmeyi tasfiyeye zor yetiştim.... Komşu işletmeci ise battı. Yani metal madenciliği için iyimser düşünemiyorduk.Şimdi ise mevcut dünya rezervlerinin koruma altına alınması, hatta Birleşmiş Milletlerin üretim ve gözetim kotası olmasını bile düşünüyorum. Bitti denilen kurşun madenciliği bile canlandı. Çevresel nedenlerle "tu-kaka" ilan edilen cıva madenciliği canlanırsa hiç şaşırmam. Çin, 95'lerde antimon piyasasına aşırı mal vererek, 800 dolara düşürdü. Eğer geleceği düşünerek kendi ocaklarını kapatmaya başladı ise buna da hiç şaşırmam. Sonuç olarak, arkadaşlarımın yatırımcıyı bilinçlendirmesini isterdim. Bu toz dumana bakmamak lazım. Tüm madenler 15 yıl sonraki reel değerinin 1/3 değerindedir. Buna kömür ve tüm metal madenleri dahil olduğu gibi, jeotermal ve içme suları da dahildir... > Yavuz Yiğiter (Maden Mühendisi) >> Ailemizle sinemada "Türk Filmi" seyredemeyecek miyiz? Dikkat ettiyseniz son yıllarda Türk sineması atağa kalkmış gibi görünüyor. Yeni yeni filmler, izleyicinin karşısına konuluyor, ilgi bekleniyor. Birçok kanaldan ha bire reklam yapılıyor, teşvik pompalanıyor, seyirci sinemalara yönlendiriliyor. Özellikle gençler sinemaya ilgi gösteriyor. Uzun yıllardan beri ilk defa bazı filmler seyirci rekorları kırıyor. Yeni filmlerin yapılması ve sinemanın güçlenmesi elbette sevindirici bir gelişme. Ancak çok önemli bir konu var. Fazla gündeme getirilmiyor. Yeni çekilen Türk filmlerinin çoğunda rahatsız edici galiz küfürler yer alıyor. İnsanlar rahatlıkla aileleri ile, çocukları ile sinemaya gidip seyredemiyor. Filmlerin arasında mutlaka yüz kızartıcı sahneler yer alıyor. Bu sahneler imâ edilse yeterli ama gelin görün ki, sahneyi uzattıkça uzatıyorlar. Küfürlü konuşmalar, cinsel içerikli sahneler, iğrenç espriler yapılıyor. Aklı başında hiçbir baba gönül rahatlığı ile kızıyla, oğluyla, eşiyle bu filmleri seyretmek istemez. Küfürlü konuşmalar ve cinsellik koymazsanız ne olur? Şimdi yapımcılara şunu sormak isteriz. Yabancı filmlerin birçoğu ailece rahatlıkla seyredilebilir iken, bizim filmlerimiz neden böyle? Siz ey bu filmlerin yapımcıları, yönetmenleri ve oyuncuları! Sinemada yaptığınız bu küfürlü konuşmaları evinizde, ailenizde yapıyor musunuz? Eğer cevabınız evetse, diyecek hiçbir şey yok. Ama hayır ise, bu gençliğe bu millete kıymayınız. Hepimiz medeni insanlarız. İnançlarımıza, kültürümüze, değerlerimize, örf ve âdetlerimize, geleneklerimize, yaşantımıza, ülkemize, toprağımıza, bayrağımıza saygı gösterilmesini isteriz. Kendi verdiğimiz para ile, kendi değerlerimize küfrettirmek kanımıza dokunuyor. Hem para verip hem de değerlerimize hakaret ettirmek istemiyoruz. Türk film yapımcıları kendine gelsin lütfen. Üstelik devlet sinemaya bunca ekonomik destek verirken, Devletten para alıp, milletin değerlerini hiçe saymak, küfürler ile film yapmak sanat mıdır? > Tolga Uyar-Grafiker

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.