Ben İstanbul'da öğretmenim. Yıllardan beri kamu görevlilerininin, özellikle öğretmenlerin maddi sıkıntılarından bahsedilir, hükümetler kamu görevlilerininin özlük haklarını düzeltmek için çalışacağını vadeder. Fakat bu karmaşık ortamın içinde unutulan çok önemli bir nokta vardır; aslında ezilen, çok zor şartlarda çalışan kamu görevlileri, İstanbul gibi büyük şehirlerde çalışan personeldir. Bu şehirde her şey Anadolu şehirlerine oranla birkaç kat daha pahalı, ortlama konut kiraları 800 YTL, ulaşım masrafı birkaç yüz milyonu buluyor, burada her şey çok pahalı... Mecbur olduğumuz için burada çalışıyoruz. İstanbul'dan tayini çıkanlar inanılmaz derecede seviniyor. Yetkililere sormak isterim: "İstanbul bu ülkenin şehri değil midir, bu şehirde çalışanlar kime hizmet ediyor? Anadolu'da çalışan bir kamu görevlisiyle İstanbul'da çalışan kamu görevlisine aynı maaşı vermek ne derecede adaletli? Aslında, bu uygulama bile yıllardan beri ne kadar kötü yönetildiğimizi göstermiyor mu?" Çevremdeki kamu görevlilerine, özellikle öğretmenlere bakıyorum; aileden zengin olanlar hariç, hepsi 2. iş yapıyor. Kimileri de 3. iş arayışında. 2. iş yapan bir öğretmen çocuklara ve gençlere ne kadar faydalı olabilir? Gündüz okulda, gece diğer bir işte çalışan öğretmen, ertesi gün okula geldiğinde, okulda teneffüs aralarında, bazen de derste uyuyor. Bu trajik durumun sorumlusu aslında öğretmenler değil, yetkililerdir. Merak ediyorum, bu kadar ekonomik külfeti olan bir şehirde çalışan kamu görevlilerine ne zaman ek ödeme verilecek? Ne zaman, bir nebzecik de olsa maddi sıkıntılardan arınmış olarak derse gireceğiz? Aslında çok şey de istemiyoruz, birkaç yüz YTL de olsa, bir destek verilse, bu şehirde çalışan kamu görevlileri biraz rahatlar. Anadolu'da çalışan kamu görevlileri bizlerden çok daha iyi durumdalar. Biz maaşımızla kira ve ulaşım giderimizi karşılamakta zorlanırken, onlar belki birikim bile yapabiliyor... Kemal Sunal'ın "öğretmen filmi" abartısız bizi anlatıyor. Günde bir saat yol yürüyorum, hep o film aklıma geliyor. Dilerim bu sıkıntılarımız yetkililerin de aklına gelir... > A. Mert >> "Bütün vakıf eserlerinin restorasyonu yapılacak" Anadolu'nun ücra noktalarında bulunan birçok tarihî eserin yok olmak üzere bulunduğunu, yetkililerin bu duruma bir an önce el atmaları gerektiğini belirttiğim yazıma, Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan açıklama gelmiş, bu eserlerin Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün sorumluluğunda olduğu belirtilmişti. Bunun üzerine, Vakıflar Genel Müdürlüğü Basın ve Halkla İlişkiler Müşaviri V. Aslı Ceren Demircan imzasıyla gelen açıklama da şöyle: "Habere konu olan Akdamar Kilisesi mülkiyeti Genel Müdürlüğümüze ait olmamakla birlikte, mülkiyeti Genel Müdürlüğümüz'e ait medreseler, camiler, hanlar, hamamların, kervansarayların, sebillerin, külliyelerin vb. onarımları Genel Müdürlüğümüz tarafından yapılmaktadır. Genel Müdürlüğümüz, vakıf kökenli abide eselerinden sorumlu olup, 2003 yılından bugüne, ülkemizin dörtbir yanındaki 2650 vakıf eski eserin onarımını gerçekleştirmiştir. Bu eserlerin tamamı Osmanlı, Selçuklu ve beylikler dönemine ait vakıf eserleridir. Geçmişi vakıf olup, hâlâ Vakıflar Genel Müdürlüğü mülkiyetinde bulunan tüm vakıf eserleri ile ilgili projelendirme restorasyon gibi çalışmalarımız devam etmektedir. Ülkemiz genelinde 1000'den fazla şantiyemiz bulunmaktadır. Harap durumda bir vakıf eseri tespit edilip kurumumuza bildirilmesi halinde, konu ile ilgili ivedilikle işlem yapılarak, restorasyonu sağlanacaktır. 2009 yılında kurumsal hedefimiz, ülkemiz genelinde restore edilmemiş vakıf eseri bırakmamaktır." >> İki açıklamadan anlaşılan Bir seyahatim esnasında Akdamar Kilisesi'nin onarıldığını, adanın bile korumaya alındığını; buna karşılık tarihî Nehri (Bağlar) Dergah ve Medreselerinin yıkılmaya terk edildiğini görmüş, bu çifte standardın duyarlı vatandaşları incittiğini belirtmiş ve yetkilileri göreve çağırmıştım. Kültür ve Turizm Bakanlığı, bir açıklama göndererek, konunun Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün alanına girdiğini, sözkonusu yazıyı o kuruma gönderdiğini belirterek duyarlılık göstermiş, o açıklamayı da bu köşede vermiştim. Vakıflar Genel Müdürlüğü'nden gelen açıklamayı da okuduk... Açıklamalarda, Nehri Medreseleri'nin de restore edileceğini, bunun için harekete geçtiklerini okumak isterdik. Nehri'nin Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün envanterinde olup olmadığını bilmiyorum. Dinî duyarlılığı bulunan bütün vatandaşların bildiği, çoğunun gidip gördüğü, dünyanın her köşesinden ziyaretçilerin geldiği Nehri Medreseleri, Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün envanterinde yoksa, bunlar yıkılmaya mı terk edilecek? Birkaç uyanık(!) kişinin, politikacıları da kullanarak oraları kendi adlarına tapulamış olması halinde, o medreseler yok olmaya mı bırakılacak? Medresenin duvar taşlarını sökerek ahırlarda kullanacak kadar duyarsızlaşmış kişilerin, bu medreseleri samanlık-ahır olarak kullanmasına müsaade mi edilecek? İstanbul'un hayali, milyar dolarlık Tüp Geçit Projesi birkaç Bizans kalıntısına takıldı diye durduruluyor da, Nehri Medreselerini yok etmek isteyenlere karşı bürokrasimiz çaresiz mi kalacak? Bütün duyarlı vatandaşlar, Vakıflar Genel Müdürlüğü'nden bu medreselerin restore edileceğini, korunacağını belirtecek müjdeli haberi bekliyor...