İsviçre'de "yeni minarelere hayır" halk oylaması; Haçlı kafalarının gizli yüzünü göstermesi bakımından faydalı olmuştur. Bunlar maddi çıkarları için ne kadar gülseler de, gerçek çehreleri budur. Asırlardır İslam'a Haçlı Seferleri açtılar. Müslüman'ı Müslüman'a düşman etmek için her türlü oyunu oynadılar. İşgal ettikleri ülkeleri, hayal edilmez zulümlerle, iliklerine kadar sömürdüler, maddi manevi bütün varlıklarını yok ettiler. Bunları çok iyi bilelim; bölünüp parçalanmayalım. Batık timsahlar, bölünmüş parçaları kolayca yutarlar, iştahlarını kabartmayalım... DİNİMİZ HOŞGÖRÜ YÜKLÜ Onlar madde hırsıyla çirkinliğe soyunmuşken, bizler; insanı, "eşref-i mahlukat" bilerek davranan, "onun dini onun, benimki benim" diyen sevgi, iyilik, hoşgörünün yüklü olduğu bir dine mensubuz. Fatih, İstanbul'u fethettiğinde; Rumların haklarını gözetip, dinlerinde, ibadetlerinde serbest olduklarını ilan eder, patriğe iltifatlarda bulunur, devlet protokolünde yer verir. Zira onun asıl maksadı; işgalin, sömürmenin çok ötesinde, bir ulu davanın kulu olabilmekti. Nitekim, zaferi kazanıp, devlet işlerini rayına oturttuğunda, gönül verdiği o büyük imanın mana lezzetini daha ziyade tadabilmek için, Hocasına dergahta kendisine yer ayırması için ricada bulunur. Hocasının cevabı, ona yakışır derinliktedir: "Senin yerin, devletinin hizmetinde bulunmaktır" der. Onların mana âleminde, herhangi bir kişi, bir çoban da padişahtan üstün olabilir, padişahın onlara katacağı bir üstünlük olamaz... ESİR DEĞİL, MİSAFİRİMİZSİNİZ! Sultan Yıldırım Bayezid, Niğbolu'da kazandığı büyük zaferden sonra, esir aldığı, Fransa Kralı'nın torunu kumandan 'Korkusuz Jan'a sevgiyle gülümsüyordu; "Kendinizi esir değil, misafirimiz olarak görmenizi rica ederiz" diyordu. Zaferi kazanırsa Yıldırım'ı, boynuna geçireceği kementle sürükleyerek teşhir edeceğinin hesabını yapmış olan Jan; Yıldırım Han'ın şefkatine mazhar olup, sofrasına davet edildiğinde, "üzülme, zafer şans işidir, gençsin daha çok zaferler kazanırsın" diye teselli ettiğini, hatta hiç kimse tarafından horlanmadığını, keseleri altınla dolu olduğu halde kimsenin dokunmadığını hayretle, hayranlıkla ifade eder. 1071'de Sultan Alpaslan da, kendilerinden iki misli kalabalık olan Bizans ordusunu dağıtır, İmparator Diyojen'i esir alır; ama onun gururunu okşar, misafir eder, serbest bırakır, cebine harçlık koyar, yanına muhafız verir, ülkesine gönderir. Halbuki İmparator, Sultan Alpaslan'ı demir bir kafese koyup, şehir şehir teşhir etmeyi planlamıştı... Bizler tarihimizi, büyük geçmişimizi Haçlı kafalı yazarlardan öğrenmeyelim. İslam ahlakı ile yücelmiş atalarımızı örnek alıp, onların ruhunu sızlatan geri kalmışlığımızın acısını yüreklerimizde hissederek, bir tek saniyemizi bile zevk-i sefa ile geçirmeden çalışalım. Zirvelere erişelim. İşte o zaman ne Avrupalara işçilerimiz akın eder, ne onların bankalarında paralarımız birikir, bizler de yüz yıldır geri kalmışlığımızın ezikliğini yaşamayız. Atalarımızın fethettikleri ülkelerde inşa ettikleri emsalsiz güzellikteki camilerimizi, minarelerimizi düşünelim. Şahlanışımızı yakaladıktan, vatandaşlarımız Anadolu'da refah içinde yaşadıktan sonra; oralarda devletlerin sanki lütfedeceği minareler onların olsun. Opr. Dr. Ethem İlhan Olgay Devletin burslarından kimler faydalanabiliyor? Birkaç gün önce, Kredi Yurtlar Kurumu Genel Müdürü Sayın Hasan Albayrak, 117 bin öğrenciye burs verileceğini söyledi. Burslar "maddi durumu iyi olmayan başarılı öğrencilere verilir" diye de yönetmelik var. Ben, İstanbul Üniversitesi Mühendislik Fakültesi'nde bu yıl öğrenim görmeye başladım. İstanbul gibi büyük ve masrafı, külfeti büyük şehirde öğrenim görüyorum. Babam en düşük SSK aylığı olan 600 lira maaş almakta ve hiçbir kurumdan burs almamaktayım. Demek ki 600 lira maaş alan ailenin çocuğu zengin sınıfına girmekte, Mühendislik Fakültesi'nde okumak da başarısızlık göstergesi olsa gerek, burs hakkından yararlanamadım. İsmail Demirhan