Sabah kalktığımda, yolların karla kaplandığını gördüm. Ankara'ya bu kadar kar yağdığını hiç görmemiştim. Yaz-kış iş yerime sabahları yürüyerek giderim. Kışın buzunda, ayazında da 45 dakika-bir saat süren bu yürüyüşü hiç terk etmedim. Zira biliyorum ki insan rahata, tembelliğe yatkındır. Bugün arabayla, taksiyle gidivereyim dediğinizde disiplini bozarsınız. Artık rahatınızı, keyfinizi düşünmek ön plana geçer. Bu sabah yürüyüşleri gibi, sağlığımız için çok faydalı olan nice işleri yapabilmek gayret ister, irade ister. İlerlemiş yaşıma rağmen, şükürler olsun çalışıyorum. Bir saniyemi boşa harcamam. Evde isem okurum; kulübe, kahvehaneye tiryaki değilim. Tabiatıma uyduğu için 40 yıldır Türkiye Gazetesi sevdalısıyım. Zira gazetemin her sahifesi, kendi kültürümüzün yüce insanlık değerleriyle dopdoludur. İnsanı küçülten, kâğıdı ve zamanı israf eden magazin sahifeli yayınlardan nefret ederim. Dizlerime kadar karlara bata bata ara yolların kaldırımlarında yürüyorum, erkenden. Hayret, gece benden de önce yollara düşenler olmuş. Ayak izleri etrafında, bıraktıkları hoş olmayan görüntüler, bunların alkol aldıklarını gösteriyor. Ankara'nın en modern (en çağdaş!) semtinde, geceleri sokakların kaldırımlarına; fazlaca kaçırılmış içkilerin eserleri, tertemiz kar örtüsünü kirletmiş. Muhtemelen her gece olan kirletmeler, bembeyaz karda daha da sırıtıyor, ürperiyorum... Umumiyetle çağdaşlık naraları atanların gizli yüzlerinin, içyüzlerinin gerçek görüntüleri... Yıl 1956-57; Uzunköprü'de askerliğimi yedek subay olarak bitirdikten sonra, Pervari Hükümet Tabipliği'ne atandım. O zamanlar Siirt'ten Pervari'ye hiçbir motorlu araç işlemiyordu. Haftada iki gün katırlarla, atlarla posta seferleri varmış. Ben de onlarla Pervari'ye ulaşabildim. Sadece Pervari'nin merkezinde bir ilkokul vardı, köylerde hiç okul görmedim. Medrese Köyü denen bir köye gittiğimde; daha ilkokulda bulunduğum yıllarda vefat etmiş rahmetli babam gibi nur yüzlü, ak sakallı bir hocanın etrafında çocukların saygıyla, neşe ile, iştiyakla doluşup, onun eğitiminden faydalanmak için can attıklarını görünce, nasıl da heyecanlanmıştım. Halkın misafirperverliği, büyüklere, devlet görevlilerine saygılı davranışları, edep, hayâ duyguları, gelenek-görenekleri ile o zamanki Pervari halkı; çocukluğum zamanındaki henüz bozulmamış olan benim İç Anadolu'daki vilayetimin örf-âdet-ahlak yapısının aynısını sergiliyorlardı. Köylere hasta için çağrıldığımda; getirdikleri atın iki yanında dizilerek itinayla beni götürüp getirirler, âdeta el üstünde taşırlar, nasıl daha iyi ikramlarda bulunuruz diye büyük bir çaba içine girerlerdi. Pervari merkezinde bir tek memur kulübü vardı. Yüksek tahsilli biz entel grubu, akşamları orada "demlenerek" vakit geçirirdik. Orada gördüğümüz mahrumiyetlere üzülüp, tedavi çareleri üretecek diyaloglar kuracağımız yerde, sürgün hayatı gibi gördüğümüz yerin akşamlarında vaktimizi öyle öldürürdük. Entel arkadaşlarımızdan biri görevli olarak köye giderken, tercüman rehber olarak yanına aldığı ağaya, Botan Çayı'nın tabii güzelliklerinin tadını çıkarmak hevesiyle alkol ikram etmek istediğinde; ağanın bunu şiddetle reddettiği ve "Öyle şey olur mu, Pervari'de alkol alan bir tek kişi yok, ben içersem halkıma layık olamam, halkımın saygısını yitiririm" dediğini arkadaşlarımız anlatmıştı. Demek ki o zamanlar çirkin Batının "çağdaş?" yüzleri henüz oralara erişmemişti. Daha sonraları Van'da, Diyarbakır'da görev yaptım. O zamanlar halkın bize karşı gösterdikleri içten dostlukların, komşuluk ilişkilerinin, çocukluk zamanımdaki vilayetimin örf-âdetlerin aynısı olduğunu görerek, uzun yıllar oralarda zevkle hizmet verdim. Hatta bir ara milletvekilliğine aday olmam için çok ısrar ettiler. Mesleğimi bırakamam diye özür dileyerek kabul etmedim. Uzun yıllar birçoğu ile mektuplaştım. Diyarbakır'da sağlık memurum, cuma namazı saati yaklaştığında telaşla yanıma gelir; "Abi namaz vaktine az kaldı" derdi. Onunla birlikte camiye telaşla, zevkle koşuşmamızı asla unutamam. Son zamanlarda bana telefon ettiğinde, "Abi bu dünyada sizinle beraber olduğumuz gibi, öbür dünyada da birlikte olmayı çok arzu eder, onun için dua ederim" derdi. Müşterek inançlarımız, kültürümüz bizleri sımsıkı tutan harcımızdı. Bu harcımızın kıymetini bilemediğimiz muhakkak. İşte kardaki o izler bize çok şeyleri ifade eder. Hepimize düşen görev, kaldırımdaki bembeyaz karları kirletenlere karşı çıkmaktır... Opr. Dr. Ethem İlhan Olgay Ahıskalı Türklere neden şart koştukları anlaşılıyor! Bu köşede çıkan yazıda, bazı vatandaşlarımızın Gürcistan'la ilgili feryatlarını okuyunca, bu ülkenin Ahıskalı Türklere koyduğu kötü niyetli şartları daha iyi anladım. Gürcistan'daki ata topraklarına, Ahıska'ya dönmek isteyen Ahıskalı Türklere, bulundukları ülkenin vatandaşlığından çıkmaları şartının dayatılması sebepsiz değilmiş. Yani haymatlosları (vatansızları) yani sahipsizleri baskı altında tutmak, belki de soymak daha kolay olur, bu amaçla o şart koşuluyor olsa gerek. Başta Cumhurbaşkanımız, Başbakanımız, Dışişleri Bakanımız olmak üzere, bütün yetkililer bu konunun üzerinde durmalı, Ahıskalı Türklere kurulmak istenen tuzakların bozulması sağlamalıdır. Çok acılar çekmiş, sürgünler yaşamış Ahıskalı Türklerin, anavatanlarına kavuşma arzuları; kurulmuş bu tür tuzaklarla gölgelenmemeli, art niyetlilere fırsat verilmemelidir. Prof. Dr. Mevlüt Ferhat-İSTANBUL Adres: İhlas Medya Plaza 29 Ekim Cad. No:23 Yenibosna/İSTANBUL Tel: (0212) 454 38 22 Faks: (0212) 454 31 00