Bir ülke düşünün ki kendi dinamiklerinden korksun. Bu öyle bir ülkedir ki kendi milletini ve tarihini hiç çekinmeden sansürlesin, yasaklasın ve bunlardan -tarihinden ve milletinden- bir başka ülkenin tarihine karşılık düşük gibi görsün. Tarihinden ve milletinden sonra dilini, dinini, coğrafyasını yaşanamayacak hale getirsin. Kendi medeniyetini; diğer medeniyetlerin ilerlemesini takip ederek, geliştireceğine, kendi medeniyetinin üzerini tek bir kalemde karalayıp, diğer medeniyetlerin kültürel ve ahlaki birikimlerini, yasalarını, hayat biçimlerini, kendisine zararı olup olmadığını hiç düşünmeden kabul etsin. Öyle bir hayal edin ki bu ülkeyi, tarihinde birçok darbeler, kısıtlamalar, idamlar, cinayetler, ekonomik buhranlar, kaoslar olmasına rağmen, hiç sesini çıkarmasın, çıkaramasın. Kendi gücünü, içinde arayacak yerde, şifasını hep dışarılarda arasın. Fikir birliğinden ve ideallerinden vazgeçip, Batının yalancı, maskeli ve de hain yüzüne, maddiyata ve maddiyatçılığa yönelsin. Hiç korkmadan, gözümüzü kapatıp hayal etmeye devam edelim; bu anlatılan ülke öyle bir ülke ki doğru, dürüst ve de cesur ecdatlarının şerefini ve haysiyetini hiç düşünmeden karalamaktan hoşlansın; rüşvetçileri, yalakaları, peşkeşçileri, sürekli rant peşinden koşan, gününü gün edenleri baş köşeye oturtsunlar. Dilleri, tarihleri, dinleri, milletleri hep bir deneme tahtası gibi olsun. Bu ülke öyle bir ülke ki içinden ne güzel nesiller çıksa da, hepsini unutmaları çok kolay olsun. Millet sevgisi gereksiz, dindarlık gericilik alameti, tarihini sevmek ise Batılı çağdaş dostlarına(!) bir çeşit hakaret gibi görülsün. Hep bir aldanmışlık hep bir aldatılmışlık vardır bu ülkede. Kendi kimliğinden bir kaçış vardır. Kendisini hep kötü hep çağ dışı görmüş; güya kendi medeniyetini gericilikten temizleme(!) adı altında kendi medeniyetinin temelini kazdıkça kazmış, sanki evinin çatısını, duvarını tamir etmek isterken, evini kendi başına yıkan acemi bir adama benzer bu ülke. Şimdi gözümüzü açıp, bakalım etrafımıza, bakalım bu ülke hangi ülkedir? Artık kendimizden kaçma vakti değildir. Kendi tarihimize, dilimize, dinimize sarılma vaktidir. Tarihimize saygısızlık yapma vakti değildir. Ne demiş büyük şairimiz Mehmet Akif, "Zulmü alkışlayamam, zalimi sevemem,/Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem" Asım 28 Şubat 1997 postmodern darbesinde dahli bulunanların tamamı bunun hesabını vermelidir 28 Şubat 1997 yılında, Milli Güvenlik Kurulu 18 maddelik bir bildiri yayınlayıp, Refah-Yol Hükümeti'ne dikta ettirerek, devirmek istedi. Refah Partisi Genel Başkanı ve Başbakan rahmetli Prof. Necmettin Erbakan, muhtemel bir fiili darbeyi önlemek amacıyla, bu dayatmayı kabul etmeyerek, başbakanlıktan feragat etmişti. 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Mecliste 2. çoğunluğu bulunan DYP Genel Başkanı Tansu Çiller'e Hükümeti kurma görevi vermesi beklenirken, bu görevi, teamüllere aykırı olarak, 3. Sıradaki ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz'a verdi. 21 Mayıs 1997'de, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Vural Savaş, RP'nin kapatılması davasını açtı. O süreçte, muhafazakâr insanlar "irticacı" olarak addedilmiş, manevi işkenceler çekmişlerdi. Milletin iradesi ile hükümet olan RP, derin güçlerin (cuntacıların ve onların sivil uzantıları olan bir kısım bürokrat, medya mensubu ve iş adamının) baskısı ile alaşağı ediliyor, demokrasi rafa kaldırılıyordu. Milletin seçtiği Refah-Yol Hükümeti'ni, demokrasi dışı metotlarla yıkan, başta dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, dönemin Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı, 1. Ordu Komutanı Çevik Bir, dönemin ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz, bu tezgahâ alet olup, DYP'den ayrılan milletvekilleri, o dönemki TOBB, Türk-İş, TİSK, DİSK ve TESK'in yetkilileri, bazı yargı mensupları, bazı gazete patronları ve yazarlarının mutlaka hesap vermeleri gerekir. Bu dönemde, "Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti'ni ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs etmek" suçu işlenmiştir. Hatta, 28 Şubat Milli Güvenlik Kurulu kararları sonucu, Ülkemizi milyarlarca (tahmini 300 milyar) dolar zarara uğratan yukarıdaki malum şahıslardan mutlaka hesap sorulması ve bu zararın mutlaka tazmin edilmesi gerektiği kanaatindeyim. > Yüksel Kantar Tarımımız için bu imkânı kullanın Enerji ve Tarım Bakanlıkları'na; Mermer, dolomit, traverten ve kalker ocakları atıklarının; blok vermeye elverişli olmayan mermer, kalkit, dolomit, traverten, kalker ve kireçtaşı sahalarının; taş, toprak ve humusuyla birlikte, gübre üretiminde değerlendirilebileceğini; bunun da bilhassa tarım için çok mühim olduğunu düşünmekteyim. Bu meyanda, gerekli teşvik ve uygulamaların yapılmasını arzu ve ümit etmekteyim. > Habil Gündüz-BALIKESİR Atıl durumdaki kamu binaları okul olarak kullanılamaz mı? Başbakanlığa; Geçtiğimiz yıllarda, Büyükşehir yasası gereği, 50 kilometrelik mesafede yer alan bütün belde belediyeleri kapandı, bu sınırlar içerisinde kalan hemen her ilçede onlarca belediye kapandı. Kapanan bu belediyelerin hizmet binaları, maalesef çürümeye terk edildi. Şu anda da 4+4+4 ile, yurdumuzun hemen her yerinde derslik ihtiyacı oluştu. Atıl durumdaki bu binaların okul olarak değerlendirilmesi, hem milyarlarca liralık tasarruf sağlayacak, hem de bu binaların çürümesini engelleyecektir. > Yiğit Alp > Adres: İhlas Medya Plaza 29 Ekim Cad. No:23 Yenibosna/ İSTANBUL Tel: (0212) 454 38 22 Faks: (0212) 454 31 00