Krizin bedelini kimler ödüyor?

A -
A +

Son krizin halkımızı ne hale getirdiği ortada. Dargelirliler artık evine ekmek alamaz hale geldi. Kullanılan en zaruri gıda maddelerinden alınan vergiler bile katlandıkça katlandı. Vatandaşın aldığı maaş, kamu kurumlarının gönderdiğ telefon, elektrik, su, gaz faturalarını bile karşılayamaz halde. Esnafın ve köylünün ne hale düşürüldüğü ise bu köşede sık sık yeralan mektuplardan anlaşılıyor. Peki halkımızın büyük bir kısmı inim inim inlerken, yetkililer ne yapıyor, külfeti onlar da çekiyor mu? İşte birkaç gün önce gazetelere yansıyan gerçekler: Kamu kurumları da tasarrufa gidecekti, araçlar ve lojmanlar peyderpey elden çıkarılıp, bu para ile bütçe açığı kapatılacaktı. Ama tam tersi olmuş. 92 bin araçtan sadece 2 bini iade edilmiş, onlar da kullanılamaz halde. Eldeki 87 bin 457 aracın akaryakıt, bakım ve onarım giderleri için 61 trilyon lira harcanmış. Hesaba göre 80 bin lojman satılıp, 2 katrilyon kazanılacaktı; satmak şöyle dursun, lojman sayısı 7 bin artmış. Lojman sayısı 237 bin 224'e çıkmış, bunların genel giderleri için de 53 trilyon harcanmış. Bunlar da yetmemiş, milletvekillerinin ödenen telefon masrafları bir maaştan iki maaşa (yıllık 5 milyardan 10 milyara) çıkıyormuş... 20 Meclis Başkanlık Divanı Üyesine de 3'er sekreter verilecekmiş... 24 yıllık devlet memuru olduğunu söyleyen, isminin yazılmasını istemeyen okuyucum, haklı olarak aldığı 360 milyonla nasıl geçineceğini soruyor. Yetkililerin, "meclisin saygınlığı" gerekçelerini kınıyor... Evet, külfetleri de eşit şekilde göğüslemek gerekmiyor mu? Yine rahmetli Necip Fazıl'ı yad etmekten başka laf kalmıyor: Allah'ın on kuluna verdiği on pul Bir kuluna dokuz, dokuz kuluna bir pul; Bu taksimi kurt yapmaz Kuzulara şah olsa Yaşasın kefenimin kefili karaborsa!... Caminin etrafı böyle mi olmalı? Beşiktaş'taki Sinan Paşa Camii'ni çoğumuz biliriz. Mevkisi, yapısı herşeyi ile mükemmel. Bunun için de ecdadı ne kadar hayırla yad etsek azdır. Gel gelelim, bu nadide eserimizin etrafı pislikten geçilmiyor. Ciğerleri deşen kedileri mi dersiniz, bakımsız ağaçlar mı, etrafa yayılmış çöpler mi... Ne ararsanız var. Bütün bunlar yetmezmiş gibi, üç-beş alkolik devamlı burada içki içiyor. Üstelik müftülük de burada, içki içilen yer de müftülüğün bitişiği... Böyle turistik bir yerde bulunan nadide bir mabedimizin bu içler acısı hali kimseyi rahatsız etmiyor mu? > Bekir Zor - İSTANBUL Hangi eşit iş, hangi eşit ücret? Hangi eşit iş, hangi eşit ücret? Ben hayatının en güzel yıllarını okul sıralarında harcamış, binbir zorlukla mücadele ederek öğretmen olabilmiş bir Devlet Memuruyum. Şu anda ilkokul mezunu bile olmayan, bankamatikten para çekmesini bile bilmeyen bazıları 1 milyara yakın ücret almaktalar. (3 aydan 3 aya ikramiye de hariç) Üstelik bu arkadaşlar sırtlarında taş da taşımıyorlar. Yaptıkları pek birşey de yok. Bu mu eşit işe, eşit ücret? Ne zaman memurlara zam sözü ortaya atılsa ne hikmetse kaynak bulunamıyor. Veya zaten maddi durumları iyi olan üst düzey memurlara zam yapılıyor! Çalışanlar arasında öyle bir uçurum oluşturdunuz ki siz bile ne yapacağınızı bilmiyorsunuz. Bu eşitsizliğin düzeltilebileceğini de hiç zannetmiyorum. Bir de bunu görün! 1962 Ordu doğumluyum. 2 erkek çocuk babasıyım, kasaplık ve ham dericilikle geçinmekte idim. Deri ve et piyasasının bozulmaya başladığı 1998 yılına kadar işlerim iyi gitti. Piyasa kötüleşince, mecburen bankalardan kredi aldım. Zamanla bunları ödeyemez hale geldim. Bankalar kefillerle benim üzerime gelmeye başladı. Neyim var, neyim yok hepsini sattım. Yine de bazı bankaların parasını veremedim. Parasızlık yüzünden bütün işlerimi kapattım, kredim bitti. Hiçbir iş yapamaz duruma geldim. Bankalardan haciz geldi, benim yüzümden babamın yeri de satışa çıkarıldı... Verebilecek tek şeyim, canım kaldı.... > Murat Akgül - ORDU

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.