Kul daralınca!..

A -
A +

2 Mayıs tarihli "Okuyucu Köşesi"nde "Tükenişim, gözyaşlarım" başlığı altında bir babanın dramını yazmıştım. Şeref Akşit'in hasta iki çocuğunun tedavisi için büyük miktarda borçlandığını, yıllardır ödemesine rağmen borçlarının fazla azalmadığını, şu anda 20 bin mark olan borcunun aylık faizinin bile, düşük memur aylığıyla karşılamasının da mümkün olmadığını belirtmiştim. Borçlular kapıya dayanınca bunalıma giren Şerif Akşit'in çaresizlikten intiharın eşiğine geldiğini yine kendi ifadesiyle ilave etmiştim. Şerif Akşit, yazı yayınlandığı gün beni ziyarete geldi. Çok çaresizdi, bir çıkış yolu arıyor, bir türlü bulamıyordu... O gün evini aramış, ödemediği bazı borçlarından dolayı polis aramıştı. Hatta bir mahkumiyet kararının alındığını bile söylemişti. Eşi de ümitsizlik içinde cezaevi için çantasını bile hazırlamış. Şeref Akşit, dağ gibi görünen bu problemleri nasıl çözeceğini bilmez bir halde İstanbul'da dolanıp otobüs saatini bekliyordu. Hapse girerse, işini kaybedecek, kazandığı üç-beş kuruş da olmayacaktı. Üstelik doğmak üzere olan bir bebeği de vardı. Onu bile görmeden dört duvar içine tıkılmak... Parasızlık, borçlar, borçlular, hasta iki çocuk, gözü yaşlı ve hamile bir eş... Çaresizlik bir mengene gibi beynini, kalbini sıkıştırıyordu. Acilen 3 milyar 100 milyon lira bulunmalıydı. Ancak o şekilde hapisten kurtulabilirdi. Alacaklılar da acımasızdı. Hatta son görüştüğü kişi, "satacağın böbreğin için avans al, paramı getir" demişti. İnsaf, merhamet, insanlık kalmamıştı. Hepsi birer akbaba gibi Şeref Akşit'i parçalamaya hazır bekliyordu... Herşeyin bittiği an!.. Şeref Akşit'in yapacağı birşey kalmamıştı. Memleketi Denizli'ye dönüp, çocuklarıyla vedalaşacak. Onları parasız bırakıp cezaevinin yolunu tutacaktı. Akacak gözyaşı da kalmamıştı. Tam bu sırada aklın eremeyeceği birşey gerçekleşti... Gözü yaşlı bir hanım onun yanına gelmişti. O da çok ağlamış, gözleri şişmişti. Şeref Beyin derdini bildiğini, bunun için çok üzüldüğünü belirtiyordu. Peki ama o kimdi? Kim göndermişti, Şeref beyi hayatında ilk defa görmesine rağmen, nasıl bulmuştu... İsminin Tuğba olduğunu söylemişti. Bir miktar parayı mahcubiyet içinde uzatmıştı. Şeref bey, "bacı sen zahmet etme, zaten bu para benim sıkıntımı gidermez, derdime çare olmaz" demişti. Parayı almamış, cüzi bir miktar olduğunu sanmıştı. Tuğba hanımın ısrarına dayanamayarak bu parayı kabul etmişti. Tuğba hanım geldiği gibi sessizce kaybolmuş, fakat gözleri yine ağlamaklı, yine üzgün, yine mahcup... Şeref beyin üzüntüsü geçmemişti. Çünkü acilen bulması gereken bir para vardı, gelen miktarın da bu kadar olmadığına emindi. Eli cebine gitti, parayı aldı, saydı... "Ya Rabbi sen ne büyüksün... Herkes sırt çevirdiği an sen sahip çıkarsın. Gariplerin tek dostu sensin. Şimdi de hiç tanımadığım Tuğba hanımın vasıtasıyla parayı gönderdin" diye şükretti... Para tam aradığı miktardı, 3 milyar 100 milyon liraydı... Demek ki kul sıkışmayınca Hızır yetişmezmiş. Ne doğru bir söz... Şeref bey çok sevindi, Allah'a şükretti; hiç tanımadığı, ilk defa gördüğü Tuğba hanım için dua etti, memleketinin yolunu tuttu. O miktarı ödeyip cezaevinden kurtuldu, ama borçlar bitmedi. 17 bin mark duruyor, alacaklılar yine kapıda. Bakalım bu sefer Cenabı Hak hangi kulunu bu hizmete layık görecek?.. Sağlıktaki çarpıklıklar Bizler sağlık sektörüne özel hizmet veren Magnetik Rezonans (MR Cihazı) işletmecisi kuruluşlarız. Türkiye'de sağlık sektörünün ve insana verilen önemin çarpıklığına bir başka örnek olmak üzere aşağıdaki bilgileri sunuyoruz. Örnek İl: Ankara ¥ Ankara'da MR adedi: 13 adet üniversitelerde, 1 adet Numune Hastanesi'nde, 20 adet özel işletmelerde. ¥ 1.5 tesla özelliğine sahip MR cihazı 1.5 milyon dolardır. ¥ 1 MR çekimi maliyeti 153 dolar (Başkent Üniversitesi araştırması) ¥ 1 MR çekimi Amerika'da 100 dolardır. ¥ 1 MR çekiminden alınan ücret, devlette 60 milyon ve 45-65 milyon döner sermaye, hoca parasıyla 100-120 milyon; hasta çekim için en az 4-5 ay sıra bekliyor. ¥ 1 MR çekiminden alınan ücret, özelde Emekli Sandığı, SSK 46 milyon; çekim aynı gün. Çıkan sonuç: Bize diyorlar ki; ¥ Siz 1.5 milyon dolarlık cihazlarınızı kapatın (satsan alan yok). ¥ Radyolog doktor, teknisyen ve diğer elemanlar işsiz kalsın. ¥ İnsanlar ölmez ya, 4-5 ay bekletin. (hastalık ilerlemesi önemli değil) Biz üniversitede işimize bakalım, fazla ücret alalım. ¥ Üniversiteler-devlet hâlâ MR'lar almaya devam etsin. Biz diyoruz ki; üniversiteler alacaksa biz devredelim. Tasarruf diye diye atıl yatırım yapmanın anlamı ne? İstek: Devlet Çifte standardı bırakıp hizmetin kalitesini arttırsın, hakkımızı versin. ¥ Özel sağlık kuruluşları Mahallemizi terk mi edelim? İstanbul Valiliği'ne; Biz, Esenler 40. Sokak'ta oturan Nene Hatun Mahallesi sakinleriyiz. Mahallemizin ortasında 3 katlı harabe bir ev var. Buranın mahkemelik olduğu söyleniyor, etrafı çimenlik; evlerimiz de buraya bakıyor. Bu evde 30-40 kişi yaşıyor. Çevreye verdikleri zararı, insanlara verdikleri rahatsızlığı anlatmamız mümkün değil. Yiyip içiyorlar; bütün pislikleri çevreye atıyorlar. Elektriği de kaçak kullanıyorlar. Açıkta ateş yakıp su ısıtıyorlar, açıkta içki içip uzanıyor, etraftakileri gözetliyorlar. Bizler penceremize, balkonumuza çıkamaz olduk. Geçim kaynakları, dilencilik ve hırsızlık. Çaldıkları cüzdanları akşamları boşaltıp, çimene fırlatıyorlar. Kavgalar, çevreye savrulan küfürler, tehditler de işin cabası. Çocuklarının yaptıklarını örnek almasınlar diye, kendi çocuklarımızı sokağa çıkaramaz olduk. İmza toplayıp Valiliğe dilekçe verdik, ilgilenen olmadı. Belediyeye telefon açıyoruz, gelip ikaz edip gidiyorlar. Şikayette bulunan mahalleliye de etmedikleri küfrü bırakmıyorlar, bazen de camlarımızı dağıtıyorlar. Kaçak elektrik kullandıklarını yetkililere bildirdik, gelip elektriklerini kestiler; ne hikmetse elektriği kesen ekip 1 saat sonra gelip elektriklerini tekrar bağladı. Bizler, evimiz olsun diye yıllarca boğazımızdan kestik, dünyanın vergisini verdik ve halen vermekteyiz. Bunların kaldıkları yer tapulu malları değil, ödedikleri bir vergi de yok. Üstelik yaktıkları kaçak elektriğin parasını bile biz ödüyoruz. Bu adalet mi? Ne huzurumuz kaldı, ne de ruh sağlığımız. Böyle bir çevrede yetişen çocuklarımızın geleceğinden de endişeliyiz. Bu anlattıklarımız, mevcut gerçeklerin onda biri bile değildir. Zaten bu durumu yetkililer de biliyor. O halde gerekenin yapılması için ne bekleniyor? Artık sabrımız kalmadı. Oraya okul yapılacağı söyleniyordu, bu bir an önce gerçekleşsin...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.