Halk arasında yaygın sözler vardır. "Dereye yapma sel alır, tepeye yapma yel alır" sözünü en çok felaket zamanlarında hatırlarız. Trakya ve İstanbul'da büyük sel felaketi yaşandı. Arabalar sanki kibrit çöpü gibi sürüklendi, evler, sokaklar, meydanlar suyun altında kaldı. Bir süre önce aynı görüntüler Giresun ve çevresinde yaşanmıştı. Bunlar ne ilk ve ne de son görüntüler. Kimse kusura kalmasın, şehirlerde dere içlerinde yapılaşma, dere içlerinde sokak, cadde, meydan olduğu müddetçe bu felaketlerin ardı arkası gelmez. Çünkü çarpık kentleşme -maalesef- ülkemizin acı ve açık gerçeği. Bu acı ve açık gerçek karşısında, öncelikle "Allah korusun" diyoruz ve gerekli tedbirlerin biran önce alınmasını, çözümler üretilmesini bekliyoruz. Peki, bu çarpık kentleşmeden kim sorumlu? Belediyeler. İnsanların dere kenarındaki, hatta dere içlerindeki evlerde oturmalarına kim müsaade etmiş? Belediyeler. Dere içlerini kim sokak haline getirmiş? Belediyeler. Derenin ağzını kim şehrin meydanı ilan etmiş? Belediyeler. Yukarıdaki sorular bir durumu gözler önüne seriyor. Kim ne derse desin, "özellikle geçmişteki Belediyecilik anlayışımız başarısızdır". Şimdiki Belediyecilik anlayışı geçmişten farklı mı? Eğer dere-tepe dümdüz imara açılıyorsa, elbette durum farksızdır. Ve şimdiki Belediyeler de bu hatayı yapıyorlarsa başarısızdırlar. Belediyelerimizin imar anlayışı ıslah edilmeli. İnsanın mutluluk, huzur ve refahına göre imar anlayışı hâkim olmalıdır. Gel gör ki, ülkemizde çok az istisna dışında, belediyelerin çoğunda, günümüzde bile "adama göre imar" anlayışı geçerlidir. Ülkemizde evler yollara göre değil, yollar evlere göre dizayn edilmiş. İşte bu olmuyor. Bundan üç dört sene kadar önce, Kahramanmaraş'ta kale dibindeki büyük postane önünde bir trafik kazası yapmıştım. Ulucami tarafından gelip hastane tarafına çıkacaktım. Birden yol bitiyor ve karşınıza koca koca apartmanlar çıkıyor. Görüş mesafesi sıfır. Yavaş yavaş karşıya geçmeniz gerekiyor. Dalgınlık, dikkatsizlik ve görüş mesafesinin sıfır olması bir araya gelince -Allah korusun- kazalar kaçınılmaz oluyor. Ben de "yolların evlere göre belirlendiği o mıntıkada" kaza yapmıştım. Arabanın önü paramparça oldu. Allah korudu, kaza sırasında bizde bir sağlık problemi meydana gelmedi. O kaza sonrasında şehirlerimizin imar konusu, şehir içi yollarımızın dar ve eğri-büğrü oluşu zihnimi daha çok meşgul etti. Şehir içindeki binalar ve yollar insanı şu sonuca götürüyor: "İnsanın mutluluğu, huzuru ve refahına göre değil, adamına göre imar anlayışı." İşte bizdeki özellikle geçmişteki belediyecilik anlayışı buydu. İşte bizdeki geçmişteki plansızlık ve imarsızlık buydu. Geçmişte, "önce ev yapılıyor, yapılan eve göre yol belirleniyordu". Böyle mantık olur mu! Ülkemizin birçok şehrinde, özellikle şehrin eski yerleşim yerlerindeki durum bu. Bu anlayıştaki belediye yönetimleri halen mevcut mudur? Maalesef büyük çoğunlukla mevcuttur. Seller ve yaşanan diğer felaketler aklımızı başımıza getirmeli. Geçmişteki hatalardan ders almalı ve geleceği ona göre planlamalıyız. > Taha Nur İzin yolu Bu sene Türkiye'ye kendi arabamızla izine gittik. Dönüşte Giresun'dan İstanbul istikametine doğru yol alıyorduk. Samsun-Tosya arasnda polisler bizi durdurdular, "radara düştünüz, süratli geliyordunuz..." Yol iki gidiş, biz sağdan gidiyoruz, soldan bizden daha hızlı giden yerli plakalar var, tabii ki biz bunları görüyoruz. Bu arada bize bir protokol hazırlamışlar 118 km hızla çekmişler, doğrudur, buna itirazımız yok, ortalama öyle geliyorduk. "265 TL ceza, burayı imzalayın" diyorlar. "Hayır imzalamıyoruz" diyoruz. Hem yolda hiçbir sürat limitine rastlamadık, 90 km'lik yolmuş, biz nereden bilelim, bir işaret falan yok, tabii ki itiraz ediyoruz. "Bize gösterin hızlı gittiğimizi," diyoruz, "hayır biz gösteremiyoruz, çeken arkadaşa geriye gideceksiniz," diyorlar. Biz yine itiraz ediyoruz. Bu defa, "istemiyorsanız maliyeye gideceksiniz," diyorlar; biz buna da itiraz ediyoruz, kendilerine durumu izah etmeye çalışıyoruz, "bizi siz durdurdunuz, bize ispatlayın," diyoruz. Neyse radarla çeken memur geldi, radarda araştırdı, bize göstermek için. Neyse görüntü geldi, bizi 118 km gösteriyor. İzah etmeye çalıştığım, soldan giden araç 81km'yle gidiyor, bu biraz tuhaf değil mi? Fazla uğraşmak için zamanımız yoktu, "peşin öderseniz yüzde yirmi indirim var" dediler. Biz de artık kabul ettik. Ne yapalım, 199 TL ödedik. Almanya'ya gelince, Emniyet Genel Müdürlüğü'ne aynen meseleyi yazdım, hâlâ bir cevap alamadım. Neden böyle oluyor? Hiçbir işaret yok, hızlı geliyorsunuz, bu insana çok ağır geliyor. Bizler gurbetten vatanımıza gidiyoruz diye bin bir zorluklarla karşılaşıyoruz. Kendi vatanımızda böyle yapılınca insana çok garip geliyor, biz de bu vatanın insanlarıyız, niçin geliyoruz, ayırım yapılsın diye mi? Zaten bulunduğumuz devletlerde yeteri kadar yabancıyız. > O. Zengin Adres: İhlas Medya Plaza 29 Ekim Cad. No:23 Yenibosna/İSTANBUL Tel: (0212) 454 38 22 Faks: (0212) 454 31 00