Kış mevsimi geliyor. Sokaklarda, parklarda, garlarda, köprü altlarında, banka ATM'lerinde, inşaat altlarında, eski vagonlarda, naylon çadırlarda, mezarlık köşelerinde vb. açık ve kuytu alanlarda hayat mücadelesi veren evsiz (barınmasız) insanlarımıza el atmak için, yine donarak ölmelerini mi bekleyeceğiz. Sosyal Hizmetlerden Sorumlu Devlet Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı, İnsan Haklarından Sorumlu Devlet Bakanlığı, Valilikler, Belediyeler, Kaymakamlıklar neden ilgilenmiyor? Yetkililer gerekli çalışmaları neden yapmıyor? Evsiz onbinlerce insanımız arasında çocuklar, gençler, yetişkinler, yaşlılar var. Evsiz insanlarımızın çoğunluğunu ruh sağlığı yerinde olmayanlar oluşturmaktadır. Barınmasız insanlarımızın arasında engelliler, kız çocukları, kadınlar ve çocuklu kadınların da bulunduğu unutulmamalıdır. Bu insanlarımız açtır, üşümektedir, her türlü fiziksel ve cinsel şiddetle karşı karşıyadırlar. Bir kısmı bu olumsuz hayat şartlarına direnememekte, bazıları da donarak hayatını kaybetmektedirler. Geçen sene de bu tür ölümler üzerine gelen tepkilere daha fazla direnemeyen yetkililer bu insanlarımızı spor salonlarına toplamış, bir süre sonra da sokaklara bırakılmıştı. Aradan 1 yıl geçmesine rağmen, hiçbir tedbir alınmadı. İnsanlarımızı sokaklarda yaşamaya mahkum etmek, donarak ölmelerine göz yummak Anayasa ihlalidir. Anayasa'nın 5, 17, 56, 60 ve ilgili maddelerinin ihlalidir, görev ihmalidir, ölüme sebebiyet vermektir, insanlık ayıbıdır... İçişleri Bakanlığı'nın 03.01.2002 tarihli genelgesinde; "... Sokaklarda yaşayan barınmasız, kimsesiz, bakıma muhtaç vb. insanlarımızın barınma, beslenme, sağlık gibi temel ihtiyaçlarının karşılanması, koruma evleri, rehabilitasyon hizmetleri verilmesi; 2002 yılında, barınmaya muhtaç olup da sokakta kalan vatandaş bırakılmaması bütün illerimizdeki mülki ve mahalli idarelerimizin temel hedefi olmalıdır." deniyor. Bu genelgenin gereğini yerine getirmeyenlerden hesap sorulmalıdır. 1580 Sayılı Belediyeler Kanunu'nun 15. Maddesi'nde, belediyelerin vazifeleri sıralanırken, 45. Fıkrasında, Belediyeler... yetimhane, eczane, doğum evleri yapmak ve işletmek... 34. Fıkrasında, işten aciz olup da, bakacak kimsesi olmayanlara bakmak... 18. Fıkrasında, bırakılmış ve bulunmuş çocukları, delileri, sokakta bayılanları, afete uğrayanları koruyup gözetmek ve devamındaki fıkralarda, kimsesiz kadın ve çocukları korumak, fakirler için evler kurmak gibi hususlar belirtilmektedir. Bu ve başka kanunlarla belediyelere yüklenmiş olan görevleri yerine getirmemek suçtur. Evsiz insanlarımızın problemleriyle ilgilenmek bütün yetkililerin öncelikli görevi olmalıdır. Çok acele olarak, bu insanların barınma, beslenme ve sağlık problemleri giderilmelidir. Bunun için kamuya ait boş binalan, tesisler değerlendirilmelidir. Hatta özel sektöre ait müsait binalardan da istifade yoluna gidilmelidir. Bu iş için gerekli personel ayarlanmalıdır. Vatandaşlarımızın evsiz insanlarımızı gördüğü zaman 24 saat ulaşabileceği numaralar ve yetkililer olmalıdır. Sokaklarda hayat mücadelesi veren insanlarımız arasında ruh sağlığı yerinde olmayan insanlar ve zeka engellilerin de bulunduğu unutulmamalıdır. Bu insanlarımız kendi iradelerine bırakılmamalıdır... Lütfen bu problemin takipçisi olalım. Evsiz insanlarımız size ulaşacak imkanlara sahip değil... > Hayrettin Bulan (Şefkat-Der Başkanı) Çoban ve ağaç Yaşlı çoban sürüsünü otlatmak için yaylaya çıktığında tepeye yakın bir elma ağacının altında dinlenir ve eğer mevsimiyse, onunla konuşarak: "Hadi bakalım evladım, bu ihtiyarın elmasını ver artik" derdi. Ve bir elma düşerdi, en güzelinden, en olgunundan. Yaşlı adam, sedef kakmalı çakısını çıkararak, onu dilimlere ayırır ve küçük bir tas yoğurtla birlikte, ekmeğine katık ettikten sonra, babasından kalan Kur'an-ı kerimini okumaya koyulurdu. Çoban, bu ağacı yirmi yıl kadar önce diktiğinde, sık sık sular, bunun için de büyükçe bir güğüme doldurduğu abdest suyundan geriye kalanı kullanırdı. Elma ağacının kökleri, belki de bu sularla kuvvet bulmuş ve kısa sürede serpilip meyve vermeye başlamıştı. Çoban, o zamanlar henüz genç sayıldığından, şöyle bir uzandı mı, en güzel elmayı şıp diye koparırdı. Fakat aradan geçen bunca yıl içinde, beli bükülüp, boyu kısalmış, ağacınkiyse bir çınar gibi büyüyüp göklere yükselmişti. Ama boyu ne olursa olsun, ağaç yine de yavrusu değil miydi? Onu bir evlat sevgisiyle okşarken "Ver yavrum" derdi, "gönder bakalım bu günkü kısmetimi." Ve bir elma düşerdi, hiç nazlanmadan, yıllar boyu hiçbir gün aksamadan... Yaşlı adam, ağacın altında dinlenip namazını kıldığı bir gün, yine elmasını istedi. Ancak dallar dolu olmasına rağmen nedense birşey düşmemişti. Sonra bir daha, bir daha tekrarladı isteğini. Beklediği şey bir türlü gelmiyordu. Gözyaşları, yeni doğmuş kuzuların tüylerini andıran beyaz sakalını ıslatırken, ağacın altından uzaklaşıp, koyunların arasına attı kendini. Yavrusu, meyve verdiği günden bu yana ilk defa reddediyordu onu. Ihtiyar çobanın beli her zamankinden fazla bükülmüs, güçsüz bacakları da vücudunu taşıyamaz olmuştu. Hayvanlarını usulca toplayıp köye doğru yöneldiğinde, aşağıdaki caminin her zamankinden daha nurlu minarelerinden yankılanan ezan sesiyle irkildi birden. Yeniden doğmuştu sanki çoban. Birşey hatırlamıştı. Çocuklar gibi sevinerek ağacın yanına koştu ve ona sefkatle sarılırken: "Canım" dedi, hıçkırıp ağlayarak. "Benim güzel evladım, mis kokulum. Şu unutkan ihtiyarı üzmeden önce neden söylemedin, bugünün Ramazan ayının ilk günü olduğunu?" > M. Esen