Her şeyi problem yapmakta, meseleleri büyütüp içinden çıkılmaz hale getirmekte, basit işleri mecraından çıkarıp krize dönüştürmekte üstümüze yok. YÖK meselesi de bunlardan biri. Mevcut kanunun günün şartlarına uymadığında, problemlere cevap vermediğinde, geniş kitleleri memnun etmediğinde herkes hemfikir. Ama bir türlü yeni bir kanun çıkarılamıyor. Demokrasilerde sorumlu olması gereken siyasi iktidar, bu problemi çözmeye yeltendi; zamanın başkanı ve bazı mihraklar bunu rejim meselesi yaparak bazı kesimlere mesajlar verdiler. Yeni başkan da, önceki başkana yaptığı övgülerden anlaşıldığı kadarıyla farklı bir açıdan bakmıyor. Zaten hazırladığı yeni taslağa bakılırsa, yine aynı mantıkla gidiliyor, mağdur olduğuna inanan kitleler dinlenmemiş bile. Ne öğrencilerin, ne de öğretim üyelerinin beklentilerine yer verilmemiş. Yine merkezi, otoriter ve devletçi bir mantık; "ben yaptım oldu" bakışı... Memnuniyetsizliklerini bildiren kesimlerden, Yardımcı Doçentler, taslakta kendi görüşlerine yer verilmediğini belirtiyorlar: "Biz üniversite öğretim üyelerinin büyük çoğunluğunu oluşturan Yardımcı Doçentleriz. Üniversitelerarası Kurul ve YÖK tarafından hazırlanan taslaklarda görüş ve önerilerimiz hiçbir şekilde dikkate alınmamıştır. Bu taslaklarda yardımcı doçentler, yönetilmesi ve kontrol edilmesi gereken bir grup olarak görülmektedir. Diğer öğretim üyeleri (profesör ve doçentler) daimi statüde görev yaparken, biz yardımcı doçentler iki veya üç yıllık sürelerle sözleşmeli çalışmakta ve en çok 12 yıla kadar bu şekilde yeniden atanabilmekteyiz. Bizler iş güvencesi karşılığı bilimsel çalışma ve yayın yapmaya zorlanmaktayız. Diğer öğretim üyeleri için bu durum söz konusu değildir. Bu durum bir baskı aracı olarak kullanılabilmektedir. Birçok arkadaşımızın görevine kriterler ve 12 yıl sınırlandırması nedeni ile son verilmektedir. Bu konuda pek çok örnek mevcuttur. İki yıllık ön lisans mezunu memurlar dahi birinci dereceye yükselebilirken, bizler üçüncü dereceden yukarıya yükselememekteyiz. Mevcut sistemde doçentlik kriteri tamamen yabancı dilde yayına dayandırılmaktadır. Kendileri bu tip kriterlerden geçmemiş birçok profesörümüz ülkemiz ve üniversitelerimiz şartlarına göre çok ağır doçentlik kriterleri getirmişlerdir. Mağduriyetimizin giderilmesi için şunların yapılmasını istiyoruz: 1- Yardımcı Doçentlik kadrosu da Profesörlük ve Doçentlik gibi daimi olmalı ve 12 yıllık süre sınırlaması kaldırılmalıdır. 2- Lisans eğitiminden sonra yüksek lisans ve doktora yapmış yardımcı doçentler diğer tüm kamu personeli gibi birinci derecenin son kademesine kadar ilerlemedirler. 3- Doçentlik kriterleri (yabancı dil sınavı, yayın sayısı, yabancı dilde yayın vb.) ülkemizin ve üniversitelerimizin şartlarına (laboratuvar ve araştırma imkânları vb.) göre yeniden düzenlenmelidir." Ya nüfusu şişirilen beldeler? Yerel Yönetimler Yasası ile birlikte, nüfusu 2 binin altında olan 340 beldenin tekrar köy statüsüne geçirileceği belirtildi. Çok isabetli, hatta geç bile kalınmış bir yasa. Ne vatandaşa, ne de devlete faydası olmayan, sadece adı belde olan, trilyonların savrulmasına sebep olan bir yanlıştan dönülüyor. Bunun için Hükümeti kutluyoruz. Ancak bir kaygımız var! Çeşitli illere göç etmiş, yerleşmiş hemşehrilerin sayım-seçim zamanında getirilerek nüfusu şişirilmiş beldeler ne olacak? Daha çok para almak, belde olarak kalmaya devam etmek için bu tür oyunların oynandığını herkes biliyor. Bu uyanıklara prim verilmemeli, yanlışlara mahal verilmemeli. Gerekirse bu tür yerlerde tekrar nüfus sayımı yapılmalıdır. Oy uğruna yapılan yanlışlıklar düzeltilmeli, ama hata da yapılmamalı... > Ekrem Hortu-KONYA