Yukarıdan aşağıya hiyerarşik bir yapılanma ile tek elden yönetilen üniversiteler işleyemez duruma gelmiştir. Buna bağlı olarak, ülkemizin bilimsel saygınlığı eşdeğer ülkelere göre geliştirilememiştir. Bugün ülkemizin sosyal yaşamı, bilimi ve üniversiteleri toptan bir çıkmazın içindeyse, bunun en önemli nedeni de YÖK yasası ile birlikte gelen üniversite anlayışıdır. Geride olan ülkeler bizi kat kat geçmiş; üniversite ve bilim kalitemiz her geçen gün düşmüştür. Maalesef ülkemize yazık olmuştur. Ülkemiz insani gelişmişlik düzeyi yönünden 96. sırada, yoksulluk ve suistimalde 70. sırada. Halen nüfusun %10'undan fazlası okuma yazma bilmiyor, ortalama okuma yazma oranı ise 3.5 yıl. YÖK'ün ve Üniversitelerin biraz da ülkenin bu gerçeklerini dikkate alarak, çalışmaları gerekmektedir. Üniversite öğrencisini, çağı yakalayacak düzeyde eğitemedik. Üniversiteye gelen öğrenci yalnızca ders almakta, maalesef eğitilememektedir. Mezunlarımız doğru düzgün yabancı dil bilmiyor, dilekçe yazamıyor ve kendisini ifade etmekte yetersiz kalıyor. Biricik amacı bilgi üretmek ve bilgiyi yaymak olan üniversiteler, bilinen bilgiyi öğretmekten öteye geçememektedirler. Cahit Arf'ın ifadesi ile, neredeyse "ileri lise" konumundan öteye geçemedik. Bilim ortamına yakışmayan, ilgisizlik, kadrosuzluk, verimsizlik ve doğal olarak yıldan yıla gelişen yılgınlık üniversiteleri çalışamaz duruma getirmiştir. Hepimiz, yoksulluk sınırındaki maaşla, ek ders, ikili öğretim, dışarıda döner sermaye üzerinden veya piyasada iş arar duruma getirildik. Bütün enerjisini para kazanan işe ayırtan öğretim üyeleri olarak, bilim yapamaz konuma getirildik. Dünyada bilimsel çalışmalar ve araştırmalar harıl harıl işlerken, öğretim üyeleri 30 saate kadar derse girmeye zorlanmaktadır. YÖK yasası ile birlikte, ülkemizin bilim adamı yetiştirme sistemi bir mekanizmaya ve kriterlere bağlanamamıştır. Türk Yükseköğretiminin başta üniversiteler olmak üzere en ciddi sorunu yönetim sorunudur. Adeta bir yerel yönetici belirleme yapılanmasına dönüşen üst yönetim belirleme sistemi, üniversitelerde huzursuzluğu geliştirmiştir. Ölçütleri belirlenmiş, liyakate dayalı kendi iç dinamikleri içinde özerk ve özgür üniversite anlayışına dayalı bir yönetici belirleme sistemine acil ihtiyaç bulunmaktadır. Başta orta öğretim olmak üzere, üniversite eğitim ve bilimi mutlaka ulusal bir bütünlük içinde ele alınmalıdır. Ülkenin geleceğine yönelik temel araştırma stratejileri geliştirilmeli. Türkiye'nin GSMH içindeki en yüksek payı eğitim ve bilime ayrılmalı ve konu Milli Güvenliğin birinci maddesi olmalıdır. Bunu yapamadığımız zaman, kendi içimizde çözüm üretemeyen, teröre alet edilen, dışarıdan sürekli bilgi alan bir ülke olmaktan kurtulamamayız. Eğitim düzeyi düşük, bilgi üretemeyen hiç bir toplumun çağı yakalaması mümkün değildir. Ülkemizin aydın geleceği için mutlaka yeni bir yüksek öğretim yasasına ihtiyaç bulunmaktadır. Bugünkü anlayışla ülkemizin bilimsel, ekonomik ve sosyal alanda atılım yapması beklenilmemelidir. Bunun sorumluluğu en başta üniversite yöneticilerine düşmektedir. Günden güne eriyen üniversitelerin sorumluluğu, başta kurumların başına büyük umutlar ile gelip statükoya sığınan, kurumalara dinamizm katamayan yöneticiler aittir. Ülkemizin dinamik insan gücüne yeni dinamik ve çağdaş bir yükseköğretim modeli yakışır. > Prof. Dr. İbrahim Ortaş >> Bir çalışanın şikayeti Diyanet İşleri Başkanlığı'na; Her sabah uzunca bir yol yürü, servis bekle, sonra kursa kadar tekrar yürü. Yağmur, çamur, kar, hastalık demeden aynı şeyleri hergün yap. Bütün masraflarını baban karşılasın, maaşın zamanında yatmasın ve daha bir sürü problem... Eminim, Diyanet'te çalışan 4/C mağdurlarının çoğu aynı çileyi çekiyor. Hiçbiri zoruma gitmiyor da, benimle aynı işi yapan insanların sürekli aşağılayıcı tavırları, sonra üstünlük taslamaları; müftülük personelinin onlara ayrıcalıklı davranmaları, onları evlerine yakın kurslara vermeleri... Bizler 8'de kursta olurken, onların 9'da gelmeleri... Çook zoruma gidiyor çoooook... > İsmi mahfuz >> Teşekkür edilecek firmalar da var Sürekli sıkıntılarımızın ya da şikayetlerimizin yer aldığı bu sayfada bu defa bir firmaya teşekkür etmek istiyorum. Arızalanan kameramın onarılması gerekiyordu. Garanti süresi geçtiği için ve yüksek ücret alırlar düşüncesiyle firmanın yetkili servisine götürmeye pek cesaret edemedim. Uzun bir süre de yaptırmadan geçti. Kameramı kullanıma ihtiyacı duyduğum bundan 2 -3 ay kadar önce, fikir almak için gittiğim Canon yetkili servisi Erkayalar firmasında beklemediğim bir ilgi ile karşılandım. Durumu anlattım. Fabrikasyon hatası da olabilir, süresi geçse de cihazı getirmemi istediler. 1 hafta sonra götürdüm. Servise aldılar. 3-5 gün içinde kısa mesajla cihazımın ücretsiz onarıldığını, alabileceğimi söylediler. Cihazım yapılmış. Ücret dahi teklif etmemişlerdi. Şaşırmıştım. Müşteri temsilcilerinin güler yüzlü oluşları çok etkilemişti. İki ay sonra cihazımın kullanımı esnasında, tekrar eski hatayı verdiğini gördüm. Tekrar götürdüm. Yine aynı ilgi ve güler yüzle karşıladılar. Misafirleri olmamı istediler. Müşteri yetkilisi cihazımı alarak teknik servis bölümüne götürdü. 1-2 dakika sonra gelen telefonla 4 dakika kadar vaktimin olup olmadığı ve cihazı teste tabi tuttuklarını söylediler. Ben yarım saate de razıydım. Beklerken bir başka müşteri temsilcisi ikramda bulunmak istedi. Şaşırmıştım. 5 dakika geçmedi ki, servisten gelen bir görevli bana ayarların karışmasından dolayı arıza gibi göründüğünü anlatmaya başladı. Tane tane izah ederek ve sabırla, güleryüzle cihazı anlattı. Belki 20-25 dakikasını bana ayıran görevlinin tutumu da beni mahcup etmişti. Cihazımı alarak firmadan ayrılırken, nasıl teşekkür edeceğimi bilemedim. > Erol Kara - İSTANBUL >> Holigan terörü Mersin'in Tarsus ilçesinde ikamet etmekteyim. Arada bir iş veya gezmek için Mersin'e trenle giderim. 8 Kasım Perşembe günü de iş için gittim. Dönüş için trene bindim, uyukladım. Bir patırtı - gürültü ile uyandım. Trende yumruklar, tekmeler, küfürler havada uçuyordu. 5 -6 holigan 2 holigana hem vuruyor hem de sövüyorlardı. Kargaşa sırasında saldırıya uğrayan holiganın biri kaçıyor. Diğeri biraz daha hırpalanıp bırakılıyor. Ama saldırganların daha işi bitmemiş, başkalarını arıyorlar. Bütün bunlar Mersin'de tren istasyonunda oluyor. Dağ başı değil. Neden tedbir alınmıyor? Yetkililer bunun olacağını neden tahmin edemiyorlar? Saldırıya uğrayan 17 - 18 yaşlarındaki genç holigan anlatıyor; Adana Demir Spor ile Mersin İdman Yurdu'nun futbol maçından dönüyormuş. Bir de sitemde bulunuyor: "Siz de hiç bana destek olmadınız!!!" Tren hareket düdüğünü çalıyor, hızlanıyoruz. Trende bulunan Adanalı holigan, aşağıdaki holiganlara önceden almış olduğu taşı fırlatıyor. Aşağıdakiler de trene taş fırlatmaya başlıyor. Kondüktör trenden atlayıp makiniste durmasını söylüyor... Olaylar yaklaşık yarım saat sürüyor. Polisi arıyorum 2 kez. İlkinde "haberimiz var, ilgileniyoruz" deniyor. Çevreme bakıyorum. İstasyon güvenlik görevlileri holiganların arasında mücadele ederken, 3 polis yaklaşık yüz metre geriden olayları izliyorlar. Birkaç yüz metre ilerde Mersinli holiganların treni taşlamaya hazırlandıklarını duyuyorum. Dayanamayıp yine polisi arıyorum. "ilgileniyoruz" cevabı geliyor. Sonunda olayları izleyen 3 polis geliyor. Treni taşlamaya hazırlananlara müdahale etmeye gidiyor. Ortalık biraz sakinleşince kondüktör öttürüyor düdüğünü, hareket ediyoruz. Yolculardan biri: "Bundan sonra futbol falan izlemeyeceğim. Sözümün geçtiği kişilere de izlettirmeyeceğim" diyor. Yaşadığım bu olaydan sonra ben de "futbol" kelimesini bile duymak istemiyorum... O an orada evine ya da işine giden onlarca insan korku içinde. İnmek isteseler olmuyor. İçerdekileri sakinleştirmeye çalışıyorlar. Yaşlı bir bayan sinir krizine giriyor. Dışarıda Mersinli holiganlar. İçerde Adanalı holiganlar! > Veli Çınar