"Adamlar, Merih'teki aşınmayı, güneş sistemindeki değişimleri incelerken, biz lüzum-suz şeylerle uğraşıyoruz. Oysa bizim boşa geçirecek vaktimiz yok, çok çalışmalıyız." "TV'ler sadece eğlence kanalı haline geldi. Sabah programlarında, insanlar şıkır şıkır göbek atıyor. Arabalarla bu programlara izleyici taşınıyor. Şimdi alkışla, şimdi gül, şimdi kavga et deniyor. Ve insanlara bunlar izlettiriliyor""Problemlerin üzerine eğilmiyoruz. Aile yapımız bozuldu. Boşanmalar arttı. İnsanlar TV'deki programlarda gördüklerinin, duyduklarının etkisinde kalıyor ve yozlaşma göre göre, duya duya tabii hale geliyor..." Sunuş
O herkesten farklıydı. Kibarlığı, beyefendiliğiyle jön olmak için sert adam olmanın gerekmediğini hepimize öğretti. Sıcak bakışları, samimi gülümsemesi hayranlarına yetti de arttı bile. Sinemanın ardından tahsilini gördüğü çevre ve biyoloji alanında üstlendiği kritik görevlere verdiği derslere rağmen biz kendisini, yine en çok beyaz perdedeki hali ile hatırlıyor ve seviyoruz. Ediz Hun'la çevreci kimliğinin her bir metrekaresine yansımış olduğu fark edilen birbirinden güzel ve farklı ağaçların, bitkilerin olduğu adadaki evinde Yeşilçam'dan, sosyal hayata, küresel ısınmadan, müthiş bahçesine kadar pek çok konuyu konuştuk. Türk filmi tadında, bir sohbet oldu, bazen neşeli, bazen hüzünlü; bazen ne mutlu dedik, bazen de eyvah...

Türk sinemasında beyefendi karakteriyle hafızalarımızda önemli bir yer tutan Ediz Hun, geçmişle günümüzü kıyaslarken çarpıcı noktalara vurgu yaptı. Eski filmlerle şimdikilerin asla kıyaslanamayacağına dikkat çeken Ediz Hun, eskiden sanatın daha duygu yüklü, daha insancıl olduğunu söylüyor. Şimdi ise 3 günde film çekildiğine vurgu yapan Ediz Hun, şu çarpıcı sözleri söylüyor; "Halk hızla tüketime yöneldi. Çok fazla dizi, çok fazla film ama hepsi birbirinin aynı..."
> Sohbetimize Büyükada'dan başlasak, sanırım eski adalısınız?
1974'ten beri adada, bu evdeyiz. Aslında ada geçmişimiz çok daha eskiye dayanır. Babam bu evi 3 katlı olarak yaptırdı ve o gün bu gündür hep beraber bu evde yaşadık. Vefatlarının ardından onların katını kendime çalışma ofisi, terası da bahçe gibi düzenledim.
ADA ÇOK ÖZEL BİR YER
> Peki adadan bahsederken, adada hayat nasıldır, nasıl vakit geçirirsiniz?
Ada sakin çok özel bir yer. İstanbul'un sesinden, trafiğinden azadesiniz burada. Yürüyüş yapar, dostlarınızı ağırlar, bisiklete binersiniz, bolca yüzebilirsiniz adada. Hobilerinize vakit ayırabilirsiniz. Çocukların artık kendi hayatları var ve bizim kadar vakit geçirmiyorlar tabi adada ama ben ada hayatını çok seviyorum. Hatta işlerimin dışında kalan zamanlarımda kışın dahi vakit bulursam adada alıyorum soluğu.
> Marmara'da denize girilir mi?
Adalar denizin ortasında kara parçaları, sirkülasyon var. Rüzgârın yönüne göre sürekli bir dönüş var. Düz bir sahil değil ki, özellikle sabahın erken saatlerinde çok temiz. Tabiî ki girdiğiniz yerde bir kanalizasyon atığı vb. tehdit olmamasına dikkat etmelisiniz. Havuzdan çok daha temiz ve biz giriyoruz.
> Adadan başladık sohbete ama Ediz Hun deyince akla aslında ilk Türk sineması gelir. Bize Türk sinemasına girişinizi ve bugüne gelişinizi anlatır mısınız?
Evet, 1960'lı yıllara gidelim. 1963 Yılında Ses dergisinin açtığı yarışmaya kaltıldım. O dönemler de biz adadaydık. Acar Film'in müdürü Selahattin Sürmeli de adada oturuyordu ve babamla ahbaplık ediyorlardı. Ben de o sıralar Almanya'da tahsil yapıyordum. Selahattin Bey bana sen de katıl yarışmalara dedi. 22 yaşındaydım, o yaştaki bir gencin heyecanıyla bir fotoğraf çektirdim ve Ses mecmuasının yarışmasına katılıp birinci oldum ve 6 filmlik bir mukavale yapmak istediler. İlk filmi Bostancı'da Madam Tamara'nın köşkünde çektik. Adı Genç Kızlar'dı, ben de bir edebiyat öğretmenini oynuyordum. Film tuttu derken diğerleri ve okul yarıda kaldı. Başlangıçta iyi paralar kazandık ve pek çok film çektik. Ancak Türk sineması bunalımlı bir döneme girdi. Filmlerin konusu farklılaştı. Evlendim ve tekrar okumak üzere Norveç'e gittik. 1976 yılında biyoloji ve çevre kimyası bilimlerinde eğitimler almaya başladım. Tabii bu sırada eşimin çok desteği oldu. Norveç'te geçirdiğimiz uzun yılların ardından tekrar ülkeme döndüm ve Marmara Üniversitesi'nde göreve başladım.
> Çok meşhurken sinemadan kopmak sizi üzmedi mi?
Çok emek verdim ve pek çok film çevirdim ancak okula döndüğüm dönemde Türk sineması ciddi manada sıkıntılı bir dönem yaşıyordu. Halk tarafından bu kadar beğenilir, filmleri hâlâ izlenirken bu furyanın içerisinde rol almak istemedim. Gelen başarılı, senaryosu güzel filmleri yine çektik. Bazı film-dizi çekimlerim oldu ancak çok öne çıkmak istemedim.
KIYMET VERİLMİYOR
> Geçmiş ile şimdiyi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Şimdi teknoloji çok ileride. Çekimleri anında izleyip tekrar yapabiliyorsunuz. Oysa biz bir ay beklerdik montajdan sonra ve istediğimiz gibi çıkmadıysa tekrar etme şansımız olmazdı. Kaynaklar, alet vb. her şey yetersizdi. Şimdi devir değişti, teknoloji çok ileride. Bizim dönemimiz duygu yüklüydü, aşkı, sevgiyi içeren filmler vardı. Şimdi izleyiciler dahil her şey değişti. Dolayısı ile eski filmlerle günümüzünkileri mukayese edersek hata ederiz. Aslında bizim sinemamızla dünya sineması arasındaki farkı konuşmalıyız. Mesela Amerika'da Al Pacino'ya benzeyen 40 bine yakın aktör varmış, ama tercih edilen yine Al Pacino. Bizde son zamanlarda insanlara eski kıymetleri verilmiyor. "Falancayı boş ver, filancayı arayalım; daha az kaprisli olur, daha az para gider" diye 3 günde iş çıkartmaya çalışıyorlar. Halk hızla tüketime yönlendiriliyor, sanki sanattan çok işportacı bir anlayışla iş yapılıyor. Çok fazla dizi, çok fazla film; hepsi birbirinin aynı...
ÇOK ÇALIŞMALIYIZ
> Sadece filmlerde ve dizilerde değil de sanki, izlediğimiz her şeyde, hayatımızın her alanında bir kalitesizleşme var...
Diğer ülkeler, Merih'teki aşınmaları, bunlar su kütlesi mi diye araştırırken, güneş sistemi ile ilgilenirken, bizde TV'lerin sabah programlarında, insanlar şıkır şıkır göbek atıyor, arabalarla bu programlara izleyici taşınıyor. Şimdi alkışla, şimdi gül, şimdi kavga et deniyor. Bunlar izlettiriliyor. Oysa bizim kaybedecek zamanımız yok. Lüzumsuz şeylerle uğraşmamalıyız. Hepimiz çok çalışmalıyız.
İnsanlar gördüklerinin, duyduklarının etkisinde kalıyor ve yozlaşma göre göre, duya duya tabii hale geliyor. Tek kanallı dönem bence daha iyiydi. TV'ler sadece eğlence kanalı haline geldi. Gerçekte aşmamız gereken problemlerin üzerine eğilmiyoruz. Aile yapısı bozuldu, boşanmalar arttı. Tüketim toplumu olduk diyoruz ya; evlilikleri de çok çabuk tüketiyoruz, fedakârlıklar azaldı. Olmazsa boşanırız anlayışı, çok rahat kabul edilir bir hale geldi. Oysa evlilik bu kadar basit olmamalı. Çocuklara bile boşanmanın çok tabii bir şey olduğu evlilik adına hiçbir mücadele verilmeden anlatılıyor. Boşanmaların sayısı o kadar çok arttı ki toplum bunu çok tabii karşılar oldu. İnsanlar değişti, bozuldu sanki.
Bir tabiat âşığı olan Ediz Hun'un evinin çevresi de çiceklerle dolu...
Ediz Hun'un ilk filmi 'Genç Kızlar'ın afişi Ciddi tehdit altındayız
> İnsanların değişmesi yaşadıkları çevreyi de etkiledi. Sizin de her fırsatta bahsettiğiniz gibi buna susuzluk da eklendi.
Kaynaklarımızı, enerjimizi gerektiği gibi kullanamıyoruz. Susuzluk küresel ısınmanın bir sonucu. Ciddi tehdit altındayız. Dengeler değişiyor, buzlar eriyor. Dünyanın ısı dengesini Antartika koruyor. 40- 50 yıl sonra iklim değişiklikleri olacak. Dünya yemek-içmekle, aşkla yürümez. İnsanlarımızın çok büyük bir kısmı hayatını boşa harcıyor. Üretmiyor, düşünmüyor. Hepimizin bir şeyler yapması lazım.
> Sizin sadece konuşan takımından olmadığınızı, çalışmalarınızla da bu konuda örnek teşkil ettiğinizi biliyoruz. Milletvekilliği yaptınız, çevreyle ilgili görevler üstlendiniz, dersler verdiniz değil mi?
Evet, 1991-93 yıllara arasında Çevre Bakanlığı Bakanlık Baş Danışmanı ve İstanbul Çevre İl Müdürlüğü görevini yürüttüm... 1996 Çevre Bakanlığı'ndaki görevinden istifa ederek 'Doğal Dengenin Korunması' konularında yurtiçi ve dışında konferanslar vermeye başladım. 1999 yılında ANAP'tan politikaya atıldım ve milletvekilliği yaptım. Şu anda da Okan ve Bahçeşehir Üniversiteleri'nde çevre ve ekolojik denge konularında dersler veriyorum.
> Bir röportajınızda "Meclis beni çok şaşırttı, insanlar burada ne yapıyor anlamadım" demişsiniz.
Evet. Kimse bana kızmasın ama meclis o dönemlerde beni hayal kırıklığına uğratmıştı. Herkes için aynı şeyi söyleyemem ama birçok kişinin mecburi bir iş gibi gelmesi, boş boş oturup maaşlar alması beni gerçekten çok şaşırttı. Ümit ederim şimdi yapı daha farklıdır.