HAYAL GÜCÜ azaldı, moda TAKLİTÇİLİK

A -
A +
PAZAR KAHVESİ Betül Altınbaşak betul.altinbasak@tg.com.tr USTA TİYATROCU EROL GÜNAYDIN: "Bugün her şey internette. Görgün ve bilgin arttı, ama okumak azaldı. Okuduğun zaman hayal ediyordun. Şimdi ise hayal gücü azaldı; bu da taklitçiliğe götürüyor. Özgün bir iş çıkartmak yerine, beğenilenleri, oyuncuları değiştirip iş yapıyorsunuz..." HAYAL GÜCÜ azaldı, moda TAKLİTÇİLİKUnutulmaz hatıralar Anadolu'yu karış karış gezdik. Edirne'den Iğdır'a kadar, ceketimi asmadığım çivi yoktur ülkenin sahne arkalarında... Diyarbakır'da Münir Özkul ve Ferhan Şensoy'la, "İstanbul'u satıyorum" diye bir oyun oynadık. Salon doldu taştı, "İstanbul nasıl satılıyor" diye... Müşfik Kenter'le bir ara, günde dört beş oyun oynuyorduk ve 50 kostüm giyiyorduk. Giyin soyun, giyin soyun. Bir gün akşam oldu, artık evlerimize gideceğiz. Soyunduk. Kafamız karıştı, "Biz nasıl gelmiştik, eve nasıl gideceğiz" diye çok gülmüştük... Erol Keskin, kulisteki makyaj aynamın üstüne 13'ten geriye doğru her gün sayılar yazıyor. Güya ömrümün kalan günlerini yazıyormuş. 1'e düşünce saklandım, bekledim onu. Tam yazarken yakaladım. Yoksa ertesi gün sıfırlanacak ve öleceğim. Ben kızınca, o da kızdı, "oynamıyorum" dedi. "Oyun mu kaldı, hayatımla oynuyorsun, yarın öleceğim" dedim, gülüştük ve oyuna çıktık. İşte böyle geçti yıllar... Sunuş "Gazanfer ölmemiştir. Bir hayal perdesinin arkasındadır, pek yakında oradan gözükür bize..." Usta oyuncu Gazanfer Özcan'ı kaybettik. Sıcaklığı, tontonluğu, sanki evimizin içinden birisiymiş gibi halini çok sevdiğimiz Hüsnü Bey, Tahsin Bey artık aramızda değil. Şu dünyada keşke ölüm olmasa, keşke sevdiklerimiz hep yanımızda kalsa. Bu hafta sizinle söyleşimin bu şekilde başlayacağını hiç düşünmemiştim. Hayat o kadar sürprizlerle dolu ki, siz planınızı yapıyorsunuz ama, onun kendi akışı içinde, sizin planınızın yeri varsa gerçekleştirebiliyorsunuz. Niye mi böyle bir açıklama yaptım, çünkü Pazar Kahvesi'nde bu haftaki konuğum yine aynı dönemin büyük ustalarından Erol Günaydın. Kendisiyle randevulaştığımızda Gazanfer Özcan hayattaydı. Görüştüğümüzde o hem yakın dostunu, hem onca yılını birlikte geçirdiği çalışma arkadaşını, biz de içimizden birisiymiş gibi sevdiğimiz büyük ustayı kaybetmiş; dün randevu alırken hep neşeyle geçeceğini düşündüğüm sohbetimize bugün hüzün karışmıştı. Hem üzülerek, hem anılara dalıp gülerek, bazen gözyaşı bazen neşe karışık hayatımın en güzel sohbetlerinden birisini sizlerle paylaştığım için çok mutluyum. Geçmişi özlüyor musunuz? Dün nasıldı? Dün ilkeldi. Televizyon yoktu. Doğa vardı. Bahçeler vardı. Yazlık sinemalar vardı. Gazete haberlerini geç saatlerde alırdık. Avrupa da gösterilen bir filmi bir yıl sonra izlerdik. Şimdi düğmeye basıyorsun, Avrupa elimizin altında. Biz telefona hasretken, cep telefonları çıktı. Her şey internette. Görgün ve bilgin arttı ama okumak azaldı. Hayal gücü azaldı. Okuduğun zaman hayal ediyordun. Şimdi ise hayal gücü azaldı; bu da taklitçiliğe götürüyor. Özgün bir iş çıkartmak yerine, beğenilenleri, oyuncuları değiştirip iş yapıyorsunuz. Hayal gücünü kaybetmeden teknolojinin de verdiği imkânlarla başarılı işler ortaya çıkarmak lazım. Geçmişi de unutmamak lazım. Geçmişin güzellikleri var. Mesela "Issız adam" diye bir film yapıldı, müzikleri ile daha fazla konuşuldu. Demek ki geçmişin güzellikleri var. İşte ben de o günlerin insanıyım, o günlerden bugünlere geldim. Tiyatroya başlayış yıllarınıza gitsek... 53 yıl oldu. Eskiden tiyatro makbul sayılmazdı. Ben Galatasaray Lisesinde okuyordum. Ailem hiç tiyatrocu olmamı istemedi. Büyük bir mücadele verdim. Mektepte Fransız Hocalarım vardı ve onların desteği ile Galatasaray da tiyatrocu olmaya karar verdim. Edebiyat hocalarımızda konservatuarda ders verirlerdi. Ahmet Kutsi Tecer edebiyat öğretmenimdi. Okulda oyunlar sergilerdik ve kendisinin çok desteğini gördüm. Sonra UNESCO'dan burs aldım ve Avinion'a gittim. Orada kaldım bir süre. İş buldum. Suna Pekuysal'ın eşi Ergun Köknar birlikte gitmiştik. "Biz buraya devlet bursuyla geldik, vatan hainliği yapma, gel artık memlekete dönelim" dedi. Burs süresi bitince döndük. İyi ki dönmüşüz. Sonra da Dormen Tiyatrosu'nda başladım. Devlet tiyatrosuna geçtim. Muhsin Ertuğrul'dan, Mahir Cenova'dan, Dormen'e, Kenterler'e kadar bir çok hocaya çıraklık ettim. Yetiştim. 53 yıl geçti işte böyle. Çok büyük üstatlarla birlikte çalışmışsınız. Hocalarınızdan neyi öğrendiniz? Saygıyı, sevgiyi, seyirciyi çok önemsemeyi. Halkın karşısına çıkıyorsanız, her hareketinize dikkat edeceksiniz. İyi örnek olacaksınız. Bir şeyler öğreteceksiniz. Güldüğü zamanda bir neşeyi eğlenceyi paylaşacaksınız. Terbiyeyi öğrendim. Tiyatro bir mabettir. Kapısından girersin, ciddiyet başlar, sahnesinden tuvaletine kadar bu ciddiyet sürer. Herkes şık giyinip gelirdi tiyatroya. Bandırma vapuru boşaldığı zaman herkes otellerine gider, en şık kıyafetlerini giyer, gelirdi tiyatroya. Şimdi öyle mi, "jeanini" giyen geliyor. Beyoğlu değişti. Her şey değişti. Dürümler, kebaplar çevriliyor artık orada. Kültür değişti. Şimdi de Okan Bayülgen ile birlikte program yapıyorsunuz... Evet, ben Okan'ı çok seviyorum. İyi anlaşıyoruz. O da Galatasaray mezunu. Akıllı bir genç. Onunla ve orada gençlerle olmak çok hoşuma gidiyor. Muhabbetli, güzel bir program oluyor. Ben eskiden küçük sahnede edebiyat, gençlik matineleri yapardım, üniversite gençleri gelirdi. Beni o günlere götürüyor. Nostaljik şeyler yaşıyorum. Benim ve eminim sizi izleyen herkesin hayranlıkla bahsedeceği bir rolünüzde Hırsız Polis dizisindeki gözlerinizle konuşan Aksak'ın babası karekteriydi... Evet, çok önemlidir o dizi. Şimdi de Mahsun Kırmızıgül'ün yeni bir filminde konuşamayan bir babayı canlandırdım. Yıllar geçince duygularla oynamayı öğreniyorsunuz. İç dünyaya gitmeyi, bakarak konuşmayı öğrenmek için 30- 40 yılın geçmesi gerekiyor. Başlarda yeni heyecanla, hızlı paldır küldür oynamayı bir şey zannediyorsun, yıllarla olgunlaşıyorsun. Bugün birçok şeyde hızlı bir tüketim var. Hem de nasıl. İnsanlar romantizmi, hayatın içindeki güzellikleri duygusallığı önemsemiyorlar. Patır kütür, çok hızlı yaşıyorlar, sanki yarın ölecekmiş gibi. Dünyadan zevk almasını bilmiyorlar. Sevgiyi bilmiyorlar. Sevgiler zaten çok çabuk tüketiliyor. Sevgiler sokaklarda, sümüklü mendil gibi sümkürülüp atılıyor. Zaten artık bez mendiller de kalmadı; tek kullanımlık kağıt mendiller her yerde. Yani diyeceğim ben dünyanın öbür tarafından bugüne doğru yavaş yavaş bir göç yaşadığım için bugünü seyrediyorum. Ama hep dediğim gibi o kadar güzel gençler var ki, mesela: bizleri örnek almış gençler araştırıyorlar, danışıyorlar. Çok güzel işler yapıyorlar. Ucuzluğa, sadece paraya koşan gençler de var ama bir düzene girecektir. Umutsuzluğa hiç düşmüyorum. Çünkü her zaman küçücük tohumlar bir yerlere düşerler ve yeşerir, yeşerir büyürler. Onlar bir yerlerde ekiliyorlar ve yeşerip tüm güzellikleri ile geliyorlar. Hayat nedir? Ne anladınız? Eskiye dönseniz neler yapardınız? Karınca ne ise, sen de osun, onu anladım. Doğa "Ben sana her güzelliği verdim kıymetini bil, en güçlü benim" diyor. Kimi zengin kimi fakir, paylaşılmış bir dünyada yaşıyoruz. Anladığım; geliyorsun, yaşıyorsun ölüp, hayal perdesinde uçup gidiyorsun. İyi insan olmak, iyi anılmak lazım, ama hayatın da tadını çıkarır, bomba gibi koşar oynar, ağaçların tepesinde gezerdim. Zaten yaş ilerledikçe korkular başlıyor, temkinli oluyorsunuz. Tabiatı daha fazla korumak isterdim. Bozmamak için gayret ederdim. Barbaros Bulvarında biz çitlembik toplar, yerdik. Karpuzu alır denize inerdik. Bugünkü İnönü Stadyumu, Şeref Stadıydı. Meşin top denize kaçardı. O top ağırlaşırdı. Kafa kırardı. Dutluktu her yer. Bak şimdi her yer plaza, iş yeri... HERKES SEVDİĞİ İŞİ YAPSIN Erol Günaydın, gençlere şu tavsiyelerde bulunuyor; "Herkes sevdiği işi yapsın, ama en iyisiyle yapmaya çalışsın. Bir de çabuk yılmasınlar. Şimdiki gençler çabuk yılıyor. Bir gün parasız kaldım, cebimde de 25 kuruş vardı, onu da attım denize. Çünkü bir işe yaramayacaktı! Ama çalıştım, yeniden kazandım..." HAYAL GÜCÜ azaldı, moda TAKLİTÇİLİKTürk tiyatro-sunun çınarları Gazanfer Özcan, Erol Günaydın ve Nejat Uygur bir arada... Gazanfer Usta'nın yeri doldurulamaz Gazanfer Özcan'ın ardından yazılan bir makalede, "Sanat dünyasının çok kıymetli isimlerinin yeri asla doldurulmaz mı? Arkadan gelen genç kuşaklar bu kadar kötü mü? Sanmıyorum. Aramızdan ayrılan isimler, kalanların üzerinden yüceltilmeye çalışılıyor sanki" sözlerine çok üzülen Erol Günaydın anlatıyor: "Tabii ki çok başarılı gençler var. Ustalarını da yaptıklarıyla geçecekler, geçmelidirler de. Her kuşak kendi ustasını da çıkartacaktır. Ancak bu, yeri doldurulamaz insanların gerçeğini değiştirmez. Gazanfer Hoca da bunlardan birisidir. Yenilerinin gelişi öncekilerin başarısını, ustalıklarını yok sayar mı? Kemal Sunal öldü, aynısı geldi mi? Hâlâ filmleri izleniyor. Suna Pekuysal'ın yeri dolduruldu mu? Gazanfer'le beraber, aynı dönemlerde tiyatroya başladık. Benden iki yaş büyüktür. Çok yetenekli usta bir oyuncudur. Onun oynadığı oyuna akıl sır erdiremezsiniz. 'Çok basit ben de yaparım' dersiniz. O kadar sade, doğal oynar ki; sizde de yapabileceğiniz izlenimini uyandırır. Hâlbuki basite indirebilmektir sanat. Kimse basitteki güzelliği görmüyor. Abartılı oynuyor. Gösterişli oynamak amatörlüktür. Başarı, seni izleyene, yaşantısındaki gibi sadeliği yansıtabilmektir. Gazanfer'in yaptığı bu, ama bu olgunluk, doğallık için de aradan 30 sene geçmesi gerekir. Gazanfer öyle bir sevimli, öyle bir tatlı, utangaç, gururlu, seyircisine son derece saygılı, tevazu sahibi, hiç yüksek ses kullanmayan, kendi çocuklarına da saygıyı daima öğreten, iyi bir baba, eş, ne diyeyim çok şeker bir insandı... Hüsnü Kuruntu dizisinde birlikte oynadık. Hiç incinmedik birbirimizden. Bir defa da sinirlensin, sesini yükseltsin, katiyen! Nur içinde yatsın... Zaten o ölmemiştir. Bir hayal perdesinin arkasındadır, pek yakında oradan gözükür bize. Ondan daha üstünü gelebilir, ama onun gibisi gelmez...
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.