BU HAFTA SAYFAMIZA REİS GIDA'NIN PATRONU MEHMET REİS KONUK OLDU
ÜRETİMLERDE ÖZEL UYGULAMA
Damak tadı ve gıda güvenliğine özellikle önem verdiklerini söyleyen Mehmet Reis, "Üretimimizde HACCP yöntemi uygulanıyor. NASA tarafından da 'Sıfır Hatalı Astronot Yiyeceği' üretmekte kullanılan HACCP, gıda güvenliği sağlamada etkili bir standart" şeklinde konuştu.
SUNUŞ
Hani derler ya "her insan bir dünya", gerçekten de öyle ve herkesin bir hikâyesi var o dünyanın içinde. Kiminin az, kiminin çok anlatacak bir şeyleri var birbirine... Kimi hayatını sıradan bulur, "Ne anlatayım" der, kimi " Anlatsam roman olur" diye gezer. Kiminin hikâyesi gerçekten dağları denizleri aşar, kimi güldürür, kimi ağlatır... Ama her durumda düşündürür insanı. İşte benim bu haftaki konuğumun hikâyesi de tam böyle... Küçücük yaşlarda anacığıyla tarlalarda taş toplardı. Bugün her gün onunla konuşmasa içi rahat etmiyor. Babasının vefatında rahmetlinin cebinden çıkan küçük defterde yazan birkaç satıra göre hayat sürüyor: "Şu çeşmenin haline bak, su içecek tası yok, kırma kimsenin kalbini, yapacak ustası yok." O bütün şikâyetlere rağmen güvercinlerini de küstürmek istemiyor. Bugün sizi, hayat mücadelesiyle çocukluğunda tanışmış, alanında son derece başarılı bir organizasyonun yönetim kurulu başkanının geçmişten bugüne uzanan etkileyici hikâyesiyle tanıştırmak istiyorum. Konuğum Mehmet Reis. Arası bakliyatla iyi olan herkes bilir, Reis markasını. Pirincinden bulguruna, nohudundan fasulyesine mutlaka evlerimize bir şekilde girmiştir...
Kaç yıldır Reis adıyla üretiminiz var?
- İlk faaliyetimiz 1981 yılında başladı. Unkapanı'nda camlarını kendim adam etmeye çalıştığım, boyasını kendim yaptığım, ödünç masa ve telefonla açtığım küçücük bir dükkânda başladı Reis Gıda. Ürünün alımı, dağıtımı, her şeyi ile tek başıma çalıştım bir süre.
* Daha sonra... Ve bugün...
- Ciddi zorluklarla karşılaştım, rakip görüldüm, kamyonumu indiremediğim oldu. Bugün yüzlerce çalışanımız, beş bin tedarikçimiz ile Reis Tarımsal Ürünler Sanayi Ticaret A.Ş. olarak, İstanbul İkitelli ve Kastamonu'daki fabrikalarımızda, yıllık 30 bin ton üretim kapasitesi ile faaliyet gösteriyoruz. Halkımıza, gıda güvenliği ve damak tadına uygun, çabuk pişen, kabuk atmayan, ezilmeyen, midede şişkinlik yapmayan, daha fazla artımlı, tane tane, standart lezzette, besleyici ve daima en kaliteli ürünleri sunma çabası içindeyiz. Üretimimizde HACCP yöntemi uygulanıyor. NASA tarafından da "Sıfır Hatalı Astronot Yiyeceği" üretmekte kullanılan HACCP, gıda güvenliği sağlamada etkili bir standart.
NE BÜYÜK GURURDU
* Geçmişinizde enflasyonla mücadeleniz ve bu mücadelenin de tüketiciye yansıyan güzel sonuçları oldu sanırım...
- Evet, mücadelemizi "Don Kişot'luk" olarak değerlendirenler de oldu. Enflasyonun hızla tırmandığı 1994-1995 yıllarında aşırı kâr hırsı, haksız rekabet ve vadeli satışların, bu gidişi körüklediğini öne sürdüm. "Enflasyonla mücadele sadece hükümetin değil, iş adamlarının da desteğiyle yapılmalıdır" dedim. Bu açıklamadan sonrada sabit fiyat uygulamasını başlattık. 1994-1995 yıllarının Ramazan ayı ve devamındaki 3 aylık sürede Reis ürünlerine zam yapmadık. Kuru gıdada aylık yüzde 10 olan artışın yüzde 3'lere düşmesini sağladık.
* Babanız ne işle uğraşırdı?
- Balıkçıydı babam. Balık satıp bizi geçindirmeye çalışırdı ama çok zorlanırdı. Eskiden kömürlü çay ocakları vardı. İlk orada çalışmaya başladım. Bardak yıkıyordum.. İlk paramı 7 yaşında kazandım. Paramı anneme verdim, babama da birinci sigarası aldım. Ne büyük gururdu benim için. Bir keresinde biriktirdiğim paralarla eve kıyma aldım, bizim oraların etli gözlemesi meşhurdur, anneme etli gözleme yaptırdım. Mutluluğumu düşünsenize! Biz ortada bir tencere, içinde kızılcık tarhanasından çorba, yanında turşu ile elimizde de tahta kaşıklar, 8 kişi aynı yerden yemek yedik.
* Çocukluğunuz Kastamonu'da geçti sanırım.
- Kastamonu, İneboluluyuz biz. Liseye kadar İnebolu'daydım. Anadolu'da doğup büyüyüp eğitim için, aş için büyük şehre göçenlerdenim. Yazları ayrı, kışları ayrı çalıştım. Yaşlıların, ihtiyaç sahiplerinin odunlarını kestim. Ramazan davulu çaldım, cankurtaran oldum, garson, çaycı, temizlik dahil birçok iş yaptım. Adımın Mehmet olduğunu anladığım andan itibaren de çalışıyorum.
TAŞLARI BİZ TAŞIDIK
* Oyun çağında bir çocuktan bahsediyoruz?
- Evet. Dönemimin çocukları gibi, benim de gazoz kapaklarıyla, taşlarla oynadığım zamanlar oldu ama benim oyuncaklarım daha çok tahta parçalarıydı. Okulla evimiz arasındaki yolda kereste fabrikaları vardı, tahta artıkları olurdu. Tahta toplardım. Bir gün öğretmen cebimde sicim gördü. "Bu nedir" diye sordu. "Sicim" dedim, eve giderken yolda gördüğüm tahta parçalarını topluyor, bağlıyor eve taşıyorum. Anacığım, kardeşlerim rahat etsin.
* Küçük bir çocuk için sürekli bir sorumluluk duygusu...
- Öyle tabii. Ne yapacaksınız. 6 kardeş, zor bir hayat. Daha ilkokuldaydım. Annemle de ormana çıkar, kışlık odunumuzu hazırlardık. Babam hep balıktaydı. Biz de annemle çalışırdık. Hiç unutmuyorum, annem bir gün bir tarla sahibi ile çok cüzi bir rakama anlaşmış, tarlanın taşları temizlenecek, ekime hazırlanacak. Tarlada üste kalan, görünen taşlar. Annem "oğlum ben bunu nasıl bitireceğim" diye derde düştü. Kız kardeşlerim 6 ve 8, ben de o zaman 10 yaşında bir çocuğum. Ne yapalım, annem çıkardı, biz taşları tarladan uzağa tek tek taşıdık. Geçen gün annemle konuşuyoruz; ikimizde de bel fıtığı çıktı, o dönemlerin etkisidir yaşanan bu rahatsızlıklar...
* Bugün yedi yaşında bir çocuk, bırakın çalışmayı tek başına dışarı çıkamaz, ana kuzusu denilebilecek yaştaki küçücük bir çocuk, bu kadar erken sorumluluğu nasıl alır?
- Ne yapabilirim, ihtiyaç var. Ben bardak da yıkadım, servis de yaptım. Teyzemin evde hazırladığı yoğurdu da sattım. Ormanda kestane toplayıp onu da sattım. İhtiyaç var. Okulla evin arası bir saatti ve okul tam gündü. Ev uzak olduğu için öğlenleri eve gidemezdim. Babam 25 kuruş verirdi. "Şişman bakkal" derdik, Avni Amca'dan paramın 20 kuruşuna çeyrek ekmek, 5 kuruşuna da 2- 3 zeytin ancak alabilirdim. Zeytinin suyu olsun da ekmeği ıslatsın, lezzetlensin diye bakardım. 5 yıl böyle geçti. Okuldan çıkınca da en çok ormandan eve giderken korkardım. Ama yapacak bir şey de yoktu.
BABA FAKTÖRÜ ÖNEMLİ * Siz duyarlılığı yüksek, çok özel bir çocukmuşsunuz...
- Babam da çok özel bir insandı. Sert duruşluydu; çok övmezdi bizi belki ama dürüst olmayı, çalışkan olmayı çok iyi aşıladı bize. Ben üniversiteyi kazanınca "ceketimi satar yine okuturum çocuğumu" dedi. Ama maalesef birinci sınıftayken babamı kaybettik. Bana yazdığı mektuplarını hâlâ saklıyorum. Hayata yeni başladığınız zaman insanın arkasında birisinin olması lazım. Bir derdiniz olduğunda, desteğini hissedeceğiniz birisinin olması, insanın gücünü artırıyor. Babamın cebinde daima küçük bir defteri olurdu ve yazardı, ama biz bakamazdık. Vefat ettiğinde cebinden küçük defteri çıktı. İçinde yazılardan biri şuydu: "Şu çeşmenin haline bak, su içecek tası yok, kırma kimsenin kalbini, yapacak ustası yok!" Kalbinin inceliğine bakar mısınız?
* Lise dönemi nasıl geçti?
- Yine hem okudum hem çalıştım, çaycılık yaptığım tatil köyünde tırmıkla plaj kumlarını düzelttim. Garsonluk da yaptım, cankurtaran da oldum, kasaya da baktım. Yamalı pantolonla büyüdüm. Babamın ceketiyle resmi geçit törenine katıldım. Ardından Samsun Eğitim Fakültesi'ne sadece bir yıl gittim.
* Hedefiniz hukuktu...
- Evet. Hukuk fakültesini kazanıp İstanbul'a geldim. Zor bir yıl oldu. Birinci sınıfta okurken babam vefat etti. Ağabeyim trafik kazası geçirdi. 3 ay başında durdum. Çalışma hayatım da devam etti. Belli zamanlar derse girdim, okulun medikosuna ürün sattım, akşamları da sabaha kadar taksiye çıktım. Daha sonra kendime bir bekâr odası tutum. Hiç unutmam, kırmızı kapaklı bir tencerem vardı, hani derler ya, tencerede pişirdim kapağında yedim. Evlenince çeyizimdi o tencere benim...
KARAR VERMELİYDİM
* Bakliyat işine nasıl girdiniz?
- Okurken bir tanıdığım beni aldı, Unkapanı'nda pirinç ticareti yapan bir toptancıya götürdü; muhasebede işe başladım, ama toz da aldım, patronun özel işlerine koştum, kısacası her işi yaptım. Yedi yıl çalıştım, sonra "artık kendi işimi kurmalıyım" dedim. Ticaret isteği benim içimde hep vardı. Hep anlattığım bir şey vardır; babam balık satarken bir gün baktım kese kâğıtları ıslanıyor, o dönem de naylon poşetler yeni çıkmıştı. 'Şişman bakkal'da vardı. Ondan kiloyla alır, "hamsiye naylon" diye iki katına parayla insanlara satardım. Yedi yıl asgari ücretle çalıştım. 1981 yılında 11 Kasımda hem evlendim, hem kendime iş açtım, hem de eşimin doğum günüdür. Unkapanı'ndan Rami Gıdaya, çuvallı üründen paketli ürüne geçtik ve bugünlere geldik.
EŞİM BANA GÜVENDİ
* Eşinizle tanışmanız nasıl oldu?
- Aynı okuldaydık, güvendi bana. Sorarım bazen "ne cesaret o dönemde nasıl bana güvendin de evlendin" diye. Ama benim de ona söylediğim bir söz vardı: "Limon satar portakal satar, aileme bakarım ben" diye. Maalesef ikimizde okulu tamamlayamadık. Benim karar vermem lazımdı. Babam vefat etmişti, ağabeyim trafik kazası geçirmişti. Bana ticarete atılıp çaba harcamak daha mantıklı geldi. Sonra çocuk oldu, derken eşim de okulu bıraktı, bugün hâlâ üzülürüm keşke o zaman engel olmasaydım da okulunu bitirseydi diye.
* Hiç gençliğinizden içinizde kalan bir heves oldu mu?
- Sinemaya gitmek ister, gidemezdim. O yüzden bir sinema satın aldım. Makinist odasından ve üç numaralı koltuktan filmler izledim, sonra elden çıkarttım.
SORUMLULUK ÖNEMLİ
* Bugün alanında lider bir markanın kurucususunuz. Arkanıza dönüp baktığınızda ne düşünüyorsunuz?
- Geçmişimle, babamla gurur duyuyorum. İki kızım var. Onlara gurur duyacakları bir geçmiş bırakmak istiyorum. İnsan hayatta başarısız olabilir, önemli olan başarısızlıktan rahatsızlık duymak ve başarılı olmak için tekrar çaba harcamaktır. İnsan kendine güvenecek, inanacak. Sorumluluğunun bilincinde olacak. Geçmişini unutmadan, geleceğe bir şeyler taşıyacak. Doğduğum toprakları severim, ama bölgeci değilim. Hemşehrilerimi severim ama hemşehrici değilim. Ancak insanlar doğduğu yerde doysun isterim. Büyük şehirlerde kendilerini göçün olumsuz etkilerinden ancak böyle kurtarabilirler. Memleketlerinde güzel eğitimler alsınlar. Bunun için de bütün iş adamlarının bölgelerine yatırım yapmalarını, bölgelerini kalkındırmalarını isterim. Parayı sadece kendin için kazanmak değil paylaşmak çok önemli. Sonunda hepimizin gideceği yer aynı.
Güvercinler aç kalmıyor
Mehmet Reis birçok sıkıntı görmüş ve dünyaya başkalarının ayakkabılarını giyerek bakabilmeyi çok iyi becermiş, merhamet duygusu yüksek, gerçek bir yardımsever. Yüzlerce genç okutuyor, evlendiriyor, kimsesiz kadınlara, çocuklara, yaşlılara destek oluyor. Organ nakillerine öncülük ediyor, şehit ailelerinin
yanında ve burada sayamadığım daha birçok sosyal sorumluk projesinin içinde, ayrıca her sabah yetmiş kilo yemi ofisindeki pencere kenarlarına dökerek 500'e yakın güvercini besleyen Mehmet Reis, bu yüzden belediye ve kaymakamlığa şikâyet edilse de bu alışkanlığını yıllardır hiç değiştirmemiş.