HALKIN İSTEKLERİ KARŞILANMALI "Evvelce meseleleri halının altına süpürür, saklar yok sayardık. Alevi, Kürt ve diğer meseleler böyle yapınca ortadan kalkmıyor. Devletin başlıca göre-vi, vatandaşını mutlu kılacak tedbirleri almaktır." TÜRKİYE, ÖRNEK ÜLKE OLACAK "Alevi ve Kürt meselesinde yaranın sürekli kanamasını isteyenler var. İçteki problemlerimizi çözdüğümüz zaman, Türkiye dışarıya yönelecek, bütün Türk ve İslam dünyasına örnek olacak, ağabeylik yapacak." SUNUŞ Bu Pazar konuğumuz; hayatını gerek ortaöğretim gerekse üniversitelerimizde iddialı ve büyük hedefleri olan gençlerin yetişmesi için adamış; kurucu, yönetici ve eğitimci kimliklerinin yanı sıra İstanbul Türk Ocakları'nın da Başkanlığını yürüten Dr. Cezmi Bayram. Kendisi ülkemizin son zamanlarda ihtiyaç duyduğu gerçek bir Türk aydını. Bir düşünce adamı olarak onun Türkiye'nin meseleleri hakkındaki tahlilleri muhakkak dikkate alınmalı. Herkesin gündemi meşgul eden konuların siyasi yönünü konuştuğu bir ortamda, biz bu önemli entelektüelimizle meselelerimizin, tarihî bir perspektif içinde, sosyolojik yanını konuştuk. 2011 yılının Türkiye'sini birkaç cümleyle nasıl tasvir edebiliriz? Türkiye 70 küsur milyon nüfusu, iyi yetişmiş insan gücü, gelişen ekonomisiyle ve kazandığı büyük tecrübelerle artık bir dünya devleti olmaktadır. Bu gidiş bir taraftan Türkiye'nin kendi iradesiyle olmakta, diğer taraftan ülkemizin tarihî geçmişi, coğrafyası ve dünyadaki gelişmeler de Türkiye'yi bu istikamete zorlamaktadır. Mesela? Bir kere dünyanın çatışma alanları Türkiye'nin etrafında; Orta Doğu, Balkanlar, Kafkaslar gibi. Ayrıca milletlerin hâkimiyet mücadelesi verdiği alanlar da yine Türkiye'nin tarihî ve kültürel bağları olan bölgeler. Dolayısıyla Türkiye kendisiyle yakından ilgili bu coğrafyada çatışmalara, hâkimiyet mücadelelerine ister istemez müdahil oluyor. Sadece siyasi bakımdan değil. Türkiye artık kendisini dünyadaki her meseleyle doğrudan ilgili sayıyor. Bunlar arasında sel ve deprem gibi tabii afetler de var. Bundan 10 sene önce yardım gönderen ülkeler arasında Türkiye'nin adı okunmazken, yardım alan bir ülke konumundayken, günümüzde yardım veren ülkeler arasında ilk beş sıraya girdi. Bu, Türkiye'nin artık kendi dışında da söz sahibi ve sorumlulukları olduğuna inanan bir ülke durumuna geldiğini gösterir ki, bunun önüne geçmek mümkün değil. İhracat artışımız, geçmişte ilgi göstermediğimiz Afrika, Latin Amerika gibi ülkelerle olan bağlantılar, Türk müteahhitlerinin dünyadaki başarıları ki, misalleri artırmak mümkün; bunlar Türkiye'nin geleceğinin çok parlak olduğunun açık ve net işaretleridir. ZİHNİYET ÇATIŞMALARI KISA ZAMANDA AŞILACAK Bu gidişin önünde ne gibi sıkıntılar var? Tanzimat'la başlayan modernleşme hareketi Cumhuriyet'le hız kazandı ve bir noktadan sonra, milletin değerleriyle çatıştı. Bu, sıkıntılarımızın temelini oluşturmaktadır. Pozitivist anlayışın gereği olarak Türkiye kültürel değerlerini, manevi değerlerini, inanç değerlerini, devletin ve sosyal hayatın dışında tutuyordu. Bu yanlıştı. Çünkü bu, coğrafyadaki bin küsur yıllık geleneğe, meydana getirilen kültür ve medeniyet değerlerine aykırı idi. Ancak, gerek dünyadaki gelişmeler, gerekse demokrasinin Türkiye'de yerleşmesi, bu değerlerin yeniden hayat bulmasını sağladı. Bu gelişmenin neticesi olarak Türkiye'de modernleşmeyi yönlendiren, devlet, siyaset ve iktisadi hayatta söz sahibi olan güçlerle, vatandaşın demokratik imkânlarla ortaya koyduğu talep ve oradan elde ettiği gücün çatışmasının sıkıntıları var. Bu zihniyet çatışmasıdır. Devletin kendi yatağında, tabii mecrasında yönetilmesini savunan ve hayata geçiren anlayışla, devleti hâlâ 19. yüzyıl pozitivizmiyle idare etmek isteyen zihniyetin kavgası. Ama bu çatışma Türkiye'yi doğru yola götürecek. Bu doğru yol Milli mücadelenin başladığı noktadır. O ruh, Türkiye'yi yeniden büyütecektir. Var olan bu sıkıntıları aşarak şimdi oraya doğru ilerliyoruz. Peki, bu çok şuurlu bir ilerleme mi? 1968'de yazdığım bir makalede şunu söylemiştim: "Türk devleti bu gidişi ile yatağından ayrılmış bir ırmak gibidir. Çünkü devletin şu andaki gidişi bu milletin tarihi içinde teşekkül ettirdiği değerler değildir ama gidişat içinde yerini bulacaktır." Bugün olan budur. Çünkü Türkiye özellikle 1930'lu yıllardan itibaren pozitivist, katı bir laiklik anlayışıyla, kendi kültür değerlerini reddederek cemiyeti inşa etme gayretine karşı direndi ve yapılan yanlışlığı ortaya koydu. Milletin kendi talebiyle milletin değerleri yeniden devlet hayatına girdi. Yeni nesiller yetişti. Bunlar sadece belli çevrelerden belli mekteplerden yetişenlerden değildi. Eğitimin yaygınlaşmasıyla Türkiye'nin her yerinden milli değerlere de, evrensel değerlere de sahip gençler çıktı. Her kesimden insanımızın gençleri Türkiye'deki iyi mekteplerde veya yurt dışında okumaya başladı. Bunlar, işadamı, vali, hakim, bakan vb. oldular. Bu bir yönüyle evet, şuurlu oldu. Artık yersiz korkuları da geride bırakmamız gerekmiyor mu? Evet. Hiç şüphesiz korkularımızı geride bırakmamız gerekiyor. Meşrutiyet döneminin üç büyük fikir cereyanı vardı: Türkçülük, İslamcılık ve Batıcılık. Milli mücadelenin başında bunların üçü de var. Fakat önce İslamcılar, akabinde Türkçüler tasfiye edildiler. Devleti Batıcılar ele geçirdi. Sonra bu Batıcılar pozitivist anlayışla devlete yön verir hâle geldiler. Şimdi iktidarlarını kaybediyorlar. Türk milletinin tarih boyunca meydana getirdiği değerler, çağdaş değerlerle desteklenerek güçlenmeye başladı. Şimdi, üniversitemize, aydınımıza düşen görev, bu değişimin kültürel vasatını, felsefi ve sosyolojik izahını yapmak, kavramlaştırmak ve sistemleştirmektir. Geçmişte katı laiklik anlayışı dinin sadece cenazelerde görünmesine izin verdi. Oysa din sadece inanç değildir. Sosyal hayatın bir parçasıdır, yaşanır. Sanatta, ilimde, kültürde, şiirde vardır. Din sosyal bir vakıadır, mimariyi, sanatı, sosyal hayatı saran bir vakıadır. Bu bütün dünyada da böyledir. Batılılar bunu inkâr etmediler. Batı medeniyetinin temelleri nedir dediğinizde size üç şey söylerler: Roma hukuku, Yunan felsefesi ve Hıristiyan ahlakı. Yani batı, dini medeniyetin içine yerleştirmiştir. Bizde ise din, tamamen cemiyet hayatının dışında tutulmaya çalışılıyordu; bu çok yanlıştı. İnsanın sosyal hayatını inançlarından, değerlerinden dışarıda tutmak mümkün değildir. Dolayısıyla din, cemiyet hayatında yer alıyor. Cemiyet hayatında yer alınca; devlet dediğimiz şey, bu cemiyetin teşkilatlanmış unsuru olduğu için; devlet hayatında da bir şekilde yer almış oluyor. Ben Türkiye'nin önümüzdeki yıllarda bu korkularını aşacağını düşünüyorum. İÇERİDEKİ PROBLEMLERİ ÇÖZÜP DIŞA YÖNELECEĞİZ Bunun işaretleri var mı? Artık insanımız her meseleyi konuşuyor. Evvelce konuşmazdı. Meseleleri halının altına süpürür, saklar yok sayardı. Böyle yapınca mesele ortadan kalkmıyor. Mesela, Alevi meselesinde araştırmalar arttı. Temel kaynaklar ortaya çıktı; neşredilmeye başlandı. Bektaşi Alevi kaynakları neşredilince iki şey oldu. Aleviler kendi kaynaklarını, Sünniler de Alevileri tanıdı. İleride daha da iyi tanıyacaklar. Kürt meselesinde de çeşitli talepler var. Bunlar arasında yaranın sürekli kanamasını isteyen, yani sonunda bağımsız Kürdistan hedefleyen talepler de var. Ama Türkiye'nin meselesi, vatandaşlarını bu ülkenin vatandaşı olmaktan mutlu kılacak tedbirleri almaktır. Devlet de oraya doğru tedbirler alıyor, yumuşamalar var. Sonunda, bu meseleler içeride halledilip, bu dönüşümler sağlandığı zaman, daha çok dışa yöneleceğiz. Geçenlerde Kırgızistan Başkanının bir beyanı vardı: "Türkiye çok büyüyecek, bütün Türk ve İslam dünyasına örnek olacak, ağabeylik yapacak bir noktaya gelecek" diyordu. Mesela, önümüzdeki mayıs ayında Türkiye'de az gelişmiş ülkelerin konferansı yapılacak. Bu konferans 1975'ten bu yana var. Ancak, şimdi Türkiye bu ülkelere "Biz sizin bütün dünyada haklarınızı savunacağız, adaletsizlikle mücadele edeceğiz" diyor. Bu çok ciddi bir iddiadır. Daha da önemlisi, bu iddia dünyada ciddiye alınmaktadır. Bunu yapabilecek gücümüz var mı? Elbette var. Büyüyen bir ekonomiyiz. Siyasi gücümüz var. Askerî gücümüzle çok caydırıcı noktadayız. Dünyanın çeşitli ülkelerinde NATO üyesi olmamız dolayısıyla görev alıyoruz, huzur ve barışın tesisine katkı sağlıyoruz. Ancak güç kadar, iddia sahibi olmak da önemli. Yani iddia taşırsanız, bu iddiayı gerçekleştirecek sair imkânları sağlarsınız. Türkiye'nin, kültürel, tarihi birikimiyle, devlet tecrübesi, gelişen demokrasisiyle bu gücü var. Bütün bunlar Türkiye'yi dışarıda örnek bir ülke hâline getiriyor. Mesela, geçenlerde Fransız sosyolog Alain Tourain diyor ki; "Ben Avrupa'nın ayağa kalkmasını istiyorum. Avrupa'nın ayağa kalkması için Türkiye'ye ihtiyacı var." Bunu Türkiye'yi çok sevdiği için değil, Avrupa'nın ayağa kalkması için söylüyor. Çünkü Türkiye Müslüman ve demokratik bir ülke. Diğer demokrat ve Müslüman ülkelerden fazla olarak, Türkiye'nin engin bir tarihî ve devlet tecrübesi var. Şimdi devleti yönetenlerin, bu gelişmeyi, bu büyümeyi ve bu iddiayı bütün vatandaşlarına ve özellikle de gençlerine anlatması lazım. Gençlere İDEAL vermek lazım... Büyüyen Türkiye'nin dünyadaki önemi gençlere yeterli şekilde anlatılıyor mu? Türkiye'de şöyle bir yanlış var. "Gençlere ideal vermek lazım" dediğinizde, hemen birtakım çevreler ayağa kalkıyor. Sanki onları tek tip yetiştireceğiz gibi bir düşünceye kapılıyor. Hayır, öyle değil. Ben bir Türklük ideali, Müslümanlık ideali demiyorum; büyük bir insanlık idealinden bahsediyorum. Böyle bir ideal verirsiniz ve herkes idraki ve gücü ölçüsünde bu büyük ideale bir tarafından hizmet eder. Kimisi insanlığa büyük ilmi keşiflerle hizmet etmek ister, kimisi insanlığın meselelerini tespit edip halledecek görüşler geliştirir, kimisi kültürde, sanatta faaliyetler ortaya koyar. Yapılan bu faaliyetlerin topyekûn bütün insanlığa, insanların hayrına faaliyetler olarak algılanmasını sağlayacak ideallerden bahsediyorum. Artık Türkiye'nin Balkan bozgunu veya Birinci Dünya Savaşı sonrası yaşadığı kompleksten kurtulması ve kendi gücünü ortaya koyacak, insanlığa büyük hizmetler yapacak noktaya doğru yönelmesi gerekiyor. Bunun için de gençlere bu gücü vermesi lazım. Ben Türk Ocağı Başkanıyım. Türk Ocağının mefkuresini lafzen verelim, demiyorum. Ama biliyorum ki, büyük düşündüklerinde zaten bu mefkureyi gerçekleştireceklerdir.