GİTTİM, GEZDİM, GÖRDÜM, ÇİZDİM...
Sevan Bıçakçı ile Nuruosmaniye'de buluşuyoruz... Biz ona "iş dışında neler yaparsınız?" dedik, bakın o ne cevap verdi: "Müzeleri, tarihî yerleri gezmekten ben çok büyük keyif alırdım. Bu tarihî yarımadanın içinde sabahtan akşama kadar gezer bütün ayrıntılarını incelerdim. İşte tüm bu detayları yıllarca biriktirdim şimdi tasarımların tümüne yansıtıyorum. Artık çok gezebildiğimi söyleyemeyeceğim. Çok çalışıyorum ve kalan vakitte de kızımızla olmaya, arada eşimle sinemaya, tiyatroya gitmeye ve bir de uyumaya çalışıyorum..."
Tarihi mücevherleştiren adam
Sevan BIÇAKÇI
Kasım ayı içinde İstanbul Büyükşehir Belediyesince restore edilen ve Eminönü Belediyesi tarafından "Tasarım Okulu" olarak düzenlenen Küçükayasofya'daki 316 yıllık Buhara Özbekler Tekkesi, Devlet Bakanı Sayın Hayati Yazıcı'nın katılımıyla gerçekleşen törende, muhteşem bir sergi ile açıldı. Sultanahmet'te Yağmur, Süleymaniye, Sebil, Samatya Balıkçısı, Ahırkapı, Sur-u Sultani ve Umut Dergahı gibi isimler "size neyi çağrıştırıyor" diye sorsam bir çoğunuzun cevabının "İstanbul Suriçi'nin güzellikleri" olacağını tahmin ediyorum; ancak hangi sanat dalında bu güzelliklerin yansımalarını daha çok görürüz dersem cevabınız ne olur? Resim, mimari, heykel vb. öyle değil mi? Peki ya bir mücevherin içerisindeki tüm bu güzellikleri, ancak usta bir ressamın, mimarın veya heykeltıraşın sergileyebileceği bu inceliği görmeye ne dersiniz? Ben gördüm ve hayran kaldım. Bu her biri birbirinden şahane yüzüklerin tasarımcısının adı Sevan Bıçakçı.
Dünya otoriteleri ona "yüzüklerin efendisi" adını takmışlar... Mücevherin Oscar'ı denilen "Gemstone Design" dalında son 3 yıl peş peşe "Town&Country Courture" ödülüne layık bulunması da bu yerinde ismin sebebi. Tasarımlarını, yakından takip edenlerden arasında politika, sanat ve iş çevresinden pek çok ünlü isim yer alıyor. Bu yıl "Umut Dergâhı" adını verdiği tasarımı ile ödüle layık görülen Sevan Bıçakçı, dünyanın beş büyük mücevher tasarımcısından birisi. O "Buralarda doğdum büyüdüm, Allah bana buralarda ölmeyi nasip etsin" diyecek kadar Nuriosmaniye âşığı. Tarihi ve İstanbul'u, özellikle de Suriçi'ni çok seviyor. İşte "yüzüklerin efendisi" ile sizin için Özbekler Tekkesi'nde yaptığımız Pazar sohbeti...
Mesleğe nasıl yöneldiniz?
25 sene öncesine gidersek babasının okuyacağı zaman bir şey olmayacağına inanan ve ilkokulu yeni bitirmiş bir evlat olarak Kapalıçarşı'ya veriliyorum.
18 YAŞINDA İLK DÜKKANIMI AÇTIM
Niçin Kapalıçarşı? Yoksa babanız da oranın eşrafından mıydı?
Yok, babam tiyatro oyuncusuydu. O dönemlerde, bir şeyleri bozan tekrar yapan bir çocuk olarak benim ellerimi kullanarak bir şeyler yapabileceğime inanıyor ve beni daha o yaşta Kapalıçarşı serüvenine atılmak üzere Ustam Hovsep Çatak'ın yanına gönderiyor. Ben de uzun yıllar onun yanında çıraklık ve ustalık eğitimimi tamamlıyorum. Ustamın vefatına kadar da yanında çalıştım. Mesleğin dışında da oturmayı kalkmayı birçok şeyi kendisinden öğrendim.
Okul ne oldu peki?
Yarım kaldı. Okuyamadım. Ben okumaktan ziyade çalışarak mutlu oluyordum. Ustamın vefatından sonrada genç yaşta, 18 yaşında, Kapalıçarşı'da ilk dükkânımı açtım. Elimde sermayem olmadığı için de piyasadaki yarı profesyonellere ürün yapan "sadefkâr" tabir ettiğimiz imalatçılara kalıp yaparak başladım bu işe. 6-7 yıl evveline kadar da bu şekilde çalıştım. Daha sonra ilk Osmanlı koleksiyonumu çıkarttım. O günlerde 3-5 tane olan şimdi ise; Türkiye'de iki Dubai'de bir mağazamızda ve dünyanın bir çok ülkesinde departman mağazalarımızda satılan yüzlerce tasarımlarımız bugün dünyaca tanınıyor.
Tasarımlarınız dünyada büyük ses getirdi.
Evet, bundan üç yıl evvel Amerika'da mücevherin Oscar'ı kabul edilen "Gemstone Design" dalında peş peşe (2006- 2007- 2008) "Town&Country Couture" ödülünü aldık. "Yüzüklerin Efendisi" tabiri üzerimize yapıştı. Genelde yüzükle kendimizi daha iyi ifade ettiğimizden dolayı her gördüğümüz şeyi yüzükleştirdik ve tasarımlarımızın çoğu yüzük olduğu için sanırım böyle oldu.
OSMANLI'YA ÇOK ŞEY BORÇLU
Osmanlı'nın görkemini yüzüklerinize muazzam bir şekilde yansıtmışsınız. Niçin Osmanlı?
Aslında en başta çok özel bir sebeple başladım diyemem ama Osmanlı'ya baktığınız zaman mücevherleştirecek o kadar etkileyici bir tarih var ki. Bir kuyumcuyum ve olaylara mücevher gözüyle bakabiliyorum. Günümüzden Osmanlı'ya bakarak bu zenginliği, güzelliği tasarımlarımıza yansıtmak istedik.
Babanız daha çocuk yaşlarda sizdeki potansiyeli görmüş sanırım ama bu kadar başarılı olmanızın altında başka bir şeyler de olmalı...
İşimi çok büyük bir keyifle yapıyorum. Bazı insanlar bazen doğru yerlerde oldukları zaman doğru işler ortaya çıkıyor. Sizin gerçekten o mesleğe ait olmanız ve o meslek için doğmanız gerekiyor. Büyük bir şans eseri ben bu mesleğe itildim ama taşlar doğru yere oturdu ve böylece güzel işler yapıldı ve arkasından da alkışlar geldi. Bugün dünyanın bambaşka bir coğrafyasında, Dallas'ta bir hanım Osmanlı'yı hiç bilmezken bizim verdiğimiz resmin evrensel olduğunu düşünüyor ki yüzüklerimizi alıp parmağına takıyor. Tasarımda yer alan martılar, kuşlar mozaikler ilgisini çekiyor.
Tasarımlarınızın her biri sanki bir tablo gibi; bir ressamın, bir mermer ustasının inceliğini taşıyor. Bir yüzüğe bu kadar muhteşem bir şekilde Boğaziçi'ni, balıkçıları yansıtabildiğinizi aklım almıyor!
Evet, işte ilk başta sizin bu algınız, benim hedef kitlemin veya hayal ettiğim yüzükleri takmak isteyen, bakmaktan keyif alan insanların duyguları. Bunların içerisinde bizim kurduğumuz hayal birilerini yakalıyorsa başarılı olmuşuz demektir.
Sipariş ürünleriniz oluyor mu?
Kesinlikle hayır. Sipariş kabul etmiyoruz. Kendi tasarımlarımızı yaparız; beğenen alır. İstanbul o kadar güzel bir kent ki, camilerimiz, medreselerimiz, çeşmelerimizi mücevhere sığdırmaktan büyük bir mutluluk duyuyorum. Bir sanatçı olarak benim gibi düşünenler de tasarımlarımıza ilgi gösteriyorlar. İnsan her daim çocuklarına iyi bir şey bırakmak için yaşar. İnşallah benim kızımın ileride büyüdüğü zaman "babama bak ne güzel bir şeyler yapmış" diyebileceği bir şeyler bırakabilirsem işte o zaman ne mutlu bana.
EN GÜZEL HEDİYE EŞİMDEN
Siz kızım deyince, aklıma eşiniz geldi. En özel tasarımınızı şimdiye kadar eşinize mi hediye ettiniz ?
Yok, eşim bana hediye etti.
Nasıl yani?
Kızımı hediye etti o bana. Tabii bu işin esprisi. Şaka bir yana, her koleksiyonumun ilk parçasını, ilk yaptığımı eşime hediye ediyorum. Bunu uğur kabul ediyorum. Ailede kalsın istiyorum.
Peki, bu ilk parça sergiye çıkıyor mu?
Çıkıyor tabi. Tüm ürünlerimi insanlarla paylaşmaktan mutlu oluyorum ben. Ama satmıyorum. İlk parça her zaman eşimindir.
Babanız ödül aldığınızı gördü mü?
Geçen sene kaybettik babamı. Evet. Hepsini biliyor. Gözünde o ışığı vefat etmeden önce gördüm. En azından şunu biliyorum ki benimle gurur duydu. O Oscarları aldığımı gördü; sırtımı sıvazladı. Ne diyeyim; ona en azından bu başarılarımı gösterdiğim için çok mutluyum. Bu benim hayatımdaki en büyük gururum. İki kardeşim var. Onlarla da beraberiz. Kardeşler, kuzenler, yeğenler. Aile ile birlikte olmaktan çok mutluyuz biz.
İlk ödülü almadan önce, böyle bir şeyin olabileceğini hissettiniz mi?
Evet, benim hislerim kuvvetlidir. Çok nadir kişinin bildiği bir şeyi size anlatayım: ilk davet aldığımızda sadece 1 ay süre vardı ve hazırlanarak gidecek süremiz sınırlıydı. Çocuklara dedim ki; "Herhangi bir parçamızı gönderelim biz birinci olacağız." Ağzımdan öyle çıkıverdi.
Bizim her parçamız tek yapılıyor ve her birine zaten bir yarışma ürünüymüş gibi özeniyoruz. Böyle bakınca seri üretim olmadığı için bizim 35-40 senelik yarışma parçalarımız hazır. Her birinde ciddi emek var. Allah da nasip etti bu güzel sevinçleri, onuru ülkemize getirdik.
Ürünleriniz birçok ünlünün, kırmızı halı yıldızının parmağını süsledi.
Evet, ama ben bu meşhur isimlerle ön plana gelmek istemiyorum. İşim üzerinden reklâm yapmak istemiyorum.
Bundan sonraki projelerinizde neler var?
Çok yakında "İda" koleksiyonumuz çıkacak.
Bu işe gönül vermeye hazır gençlere bir mesajınız olur mu?
Bu işi gerçekten seven, önemseyen, yetenekli ve bu işe aşkla bağlı herkese kapım açık; her zaman yanıma gelebilir.
SEVAN TARZI:
"Macera elimize kalemi alarak tasarımlarımızı kâğıdın üzerine dökmekle başlıyor" diyen Sevan Bıçakçı, baş döndürücü tasarımlarının sırrını şöyle açıklıyor: "Sevan Tarzı dediğimiz bir işçilik stilimiz var. Bu çizgilere sadık kalarak ürünlerimizi oluşturuyoruz. Her türlü malzemeyi mücevherleştirebiliriz. Pırlanta bizim için sadece süsleyici bir unsur ve bazen yüzüğün hiç görünmeyen bir tarafına konabiliyor. Mücevherin daha çok sanat ve resim tarafı ile ilgileniyoruz . Ayrıca her bir yüzükle aylarca uğraştığınız zaman onda artistik değerler arıyorsunuz. Günün sonunda büyük resme bakıp hayret ifadesi uyandıracak bir eser çıkmadığı sürece Sevan Bıçakçı ona sizin bakmanıza izin vermiyor. İlk başta ürünün benim beğenimden, gönül süzgecimden geçmesi lazım ki ben onu size göstereyim..."
"En büyük hayalim Türkiye'den dünya çapında bir mücevher markası çıkarmaktı"
Çok geçmişe baktığınız zaman Osmanlı'ya ait çok fazla mücevher göremezsiniz. Osmanlı mücevheri denilen mücevherler aslında İran'dan, Fransa'dan, yurt dışından bu ülkeye verilen hediyelerdir. O zamanlar özellikle İstanbul'da "Ehli Hilef" dediğimiz grubun içinde kuyumcular, elmas kakmacılar vardı ama bizim bugün yapmaya çalıştığımız Osmanlı'ya bakarak tarihi yansıtmak olarak tanımlanabilir. Ben aslında herkesin tarihe müthiş bir merakının olduğunu düşünüyorum. Ama bunu birilerinin ortaya çıkartıp insanlara göstermesi gerekir. Biz de bunu yapmaya çalıştık. Kuyumcu olduğumuz için de mücevherlerimizle insanların içindeki geçmişlerine olan ilgiyi, saygıyı sahiplenme duygusunu gördük ve tasarımlarımız beğeni kazandı. Tasarımlarımız moda oldu ve bir sürü kopyaları çıktı. Bunu dünyaya taşımak istedik. En büyük hayalim benim Türkiye'den dünya çapında bir mücevher markasının çıkmasıydı. Bunun için de hâlâ büyük bir mücadele veriyorum. 3 senedir üst üste ödül almamız da bu mücadeleden kaynaklanıyor.