ONU EN ÇOK CEM YILMAZ GÜLDÜRÜYOR
Cem Yılmaz'a ailece çok gülüyoruz. Onun es- prilerini yapmaktan da hoşlanıyoruz. Yeni çalışmalarını sabırsızlıkla bekliyoruz.
Sunuş
Sıcak bir yuvaya hasret minicik yavruları, yalnız yaşlıları ne zaman düşünsek içimiz burkulur. Bir şeyler yapmak isteriz ama çok zaman günlük telaşlarımızın içinde unuturuz. Oysa içimizden genç bir hanım her sabah, "bu insanlar için daha fazla neler yapılabilir" diye uyanıyor. Yaptığı işte eleştiri de var, övgü de. Ama o yaptığı işi çok seviyor. Makamını, insanlara ulaşmanın bir aracı olarak görüyor. Her zaman şık ve zarif. Gülmeyi seviyor. En çok da Cem Yılmaz'a gülüyor. Balık yemeyi seviyor ama dokunamadığı için pişiremiyor. Kitap kurdu. Pazar Kahvemizin konuğu, Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanımız Sayın Nimet Çubukçu. Kendisiyle Çırağan Sarayında siyasi hayatı, projeleri ve özel hayatı ile ilgili samimi bir röportaj yaptık.
Sohbetimize "siyasete nasıl girdiniz" sorusu ile başlayabilir miyiz?
Tabii. Topluma ve sorunlarına duyarlı, ülke ve dünya meselelerinin konuşulduğu bir ailede büyüdüm. Ben de, her zaman ülkede yaşanan tüm sorunların en doğru çözüm yerinin siyaset olduğunu düşünmüşümdür. AK Parti'nin kurulduğu dönem, siyasetin bir çözüm mekanizması olmaktan çıkması ile yaşanan karmaşaya rastlar. AK Parti milletin doğrudan sesi ve iradesi olarak ortaya çıktı. Dolayısıyla bende ülke sorunlarının çözüm yeri siyaset ise bunun en doğru yapılacağı yerin AK Parti olduğuna dair bir kanaat gelişti. Bununla birlikte, siyasetin hali ve mevcut partilerde bu çabanıza bir karşılık alma şansınızın düşük olması, siyaseti bir çözüm yeri olarak düşünsem de beni aktif siyasetin içinde olmaktan uzak tutuyordu.
Aktif siyaseti düşünmezken parti kurucularından oldunuz!
Evet, Partinin kuruluş safhasında herkes gibi ben de AK Partinin siyasi bir çözüm mekanizması olarak ortaya çıkacak olmasının heyecanına kapıldım ve parti kurucuları arasında yer aldım.
Sizi heyecanlandıran neydi?
28 Şubat ülkemizde birçok hususta bir kırılma noktası oluşturmuştur. Bu süreç özgür iradenin kesintiye uğratıldığı bir dönemdir. Yaşananlar benim de bir taraf olmama sebep oldu. Bir başka husus da Sayın Başbakanımızın belediye başkanlığı döneminden bu yana siyasi kimliğine ve liderliğine olan ilgimdir. Hatta işin bir de esprisi: Kayınvalidem ki, Sayın Başbakanımızın il başkanı olduğu yıllarda kadın kolları başkanlığı yapmış, "Bir gün Recep Tayip Erdoğan bir parti kurarsa sen de gir" derdi. Derken bugünlere geldik. Meclise ben ilk kez milletvekili seçilince işlemlerim için gittim. Ama ben oranın kutsiyetine ve milli iradeye hep inandım. Dolayısı ile birçok şeyin gerçekleşebileceğine inancım hep vardı ve de hayallerimden çok fazlasının da gerçekleştiğini görüyorum bu dönemde.
ÇOCUKLAR AİLESİNDEN KOPMASIN
Mutlaka gerçekleşmeli dediğiniz bir hayaliniz var mı?
En büyük isteğim: mağdur çocuklarımızın aile sıcaklığı ile büyüyebilecekleri yuvaları olsun istiyorum. Bu sebeple asıl hedefimiz çocukların ailelerinin yanında büyümesi. Aileye dönüş projesi başlattık. Şöyle ki, yoksulluk sebebiyle çocuğunu kurumlara vermiş aileleri tespit ederek çocuğu anne ve babasına veya birinci derece yakınlarına vererek çocukların güvenebilecekleri bir ortamda büyümelerini destekliyoruz. Bu şekilde 5500'e yakın çocuk kendi ailesinin yanına döndü. Şayet bunu sağlayamıyorsak çocukların koruyucu aile yanında olmalarını sağlamaya çalışıyoruz.
Koruyucu aile konusunda İzmir'de yaşanan olay var. Herkesi çok üzdü.
Ben de çok üzüldüm. Ancak koruyucu aile, sürecin bu şekilde işleyeceğini, uygun bir aile çıktığında çocuğu evlatlık vereceğini baştan biliyordu. O süreç içerisinde çocuğa çok bağlanmışlar ama bu çocuk veya başka bir çocuk için evlat edinmek adına bir başvuruları olmamış. "Bu bebeğe koruyucu ailelik yapmaya gittiğinizde hiç evlat edinmeyi düşündünüz mü" diye sorduğumda bana " hayır" dediler. Bu çocuğun bir annesi var ve anne çocuğunun koruyucu aile yanında büyümesine izin veriyor ama evlatlık verilmesini istemiyor. Ancak birdenbire anne ortadan kayboluyor ve anneye ulaşılamıyor. Böylece çocuğun bir aileye evlatlık verilmesi söz konusu oluyor ve ondan sonra hukuki süreç başlıyor. Bir hukuku uygulamaya çalışırken, diğer bir hukuku ortadan kaldıramayız.
YASAL HAKLAR BİLİNMİYOR
Bir de aile içi şiddet var. Kadınlarımız bu konuda korunuyor mu?
Aile içi şiddete uğrayan bir kadın yardım istemişse derhal oraya bir ekip gitmelidir. Biz 40 bin karakol polisinin bu manada eğitimini tamamladık.
Peki, sistem ülkemizde işliyor mu?
Görevini bu mânâda ihmal eden kişiler olabilir ama bu durum ispat edilirse hemen cezai işlem yapılır. Dünyada kadın ölüm oranları içinde doğuma ve gebeliğe bağlı ölümlerden sonra en yüksek ölüm sebebi aile içi şiddet. Dünya sağlık örgütü tarafından temel sağlık sorunları içinde ele alınıyor. Biz sağlık personelini aile içi şiddete karşı eğiteceğiz. Bu meseleyi ülkenin kalkınması demokratikleşmesi, sağlıklı bir toplum olması gibi temel konuların içinde ele alıyoruz. Bir kadının kocası tarafından şiddete uğraması sadece aile içi bir mesele değildir. Ailenin korunmasına dair kanun kadınları bu anlamda çok yüksek düzeyde koruyor. Kadın hiçbir konuda başvuru harçları, avukat dahil ücret ödemiyor. Eş evden uzaklaştırılıyor. Nafaka veriliyor.
Kadınlarımız bunları bilmiyor.
Maalesef. Oysa ki biz bu konuda Avrupa'da en iyi üç ülkeden birisiyiz. Ama insanlarımız birçok konuda yasal haklarını bilmiyor.
Öğretilmiyor da sanki?
Aslında dünyada da bu haklar didaktik eğitim programları ile öğretilmiyor. Günlük hayatın içinde dizilerle, filmlerle hap gibi veriliyor. Bakın Amerikan dizilerinde yıllardır çoğunlukla bir mahkeme sahnesi vardır. Polis tutukladığı kişilere haklarını hatırlatır. Bizim ülkemizde böyle şeyler yokken bile insanlarımız, polise "haklarımı hatırlat" diyorlardı. Yani biz bir Amerikalının haklarını öğrendik ama ülkemizde geçerli olan kendi haklarımızı öğrenemedik.
Biraz da sizi siyaset dışında
tanısak; oğlunuz sizin bir politikacı olmanızdan mutlu mu?
Ailem beni destekliyor. Oğlum benim politikacı olmamdan rahatsız değil. Dışarıda bakan kimliğimle belki bir etkim olabilir, var ama evde oğlumun annesiyim. Geçen gün canı krep istemiş. "Sen yapabilir misin bana" dedi. İsterseniz yapmayın. Girdim mutfağa yaptım.
Ailenizle birlikte vakit geçirmeye zaman bulabiliyor musunuz?
Zaman sıkıntısı yaşasak da birlikte eğlenceli filmler izlemeyi, yemek yemeyi, hafta sonları fırsat buldukça uzun kahvaltılar yapmayı çok seviyoruz. En çok sevdiğimiz şey de birlikte gülmek. Eğlenebileceğimiz, gülebileceğimiz şeyler yaparak mutlu oluruz
Hayata iyimser bakmaya
gayret ediyorsunuz.
Evet, ben genel anlamda hayata neşeli bakabilen insanlarla daha iyi anlaşıyorum. Sıkıntılı zamanlarda bile espri yapabilen, gülebilen insanlarla olmaya çalışıyorum. Bu aile içerisinde de böyledir. Birbirimize en kızgın anımızda bile bu durum 20 dakikadan uzun sürmez. Üzülmeyecek bir şeyi trajediye çevirerek hayatı zehir eden insanlar vardır. Büyük acıları eğlenceye dönüştürelim demiyorum ama insan kendi hayatındaki sıkıntılı anları neşeye çevirmek zorundadır. Ben siyasette, eşim iş hayatında, oğlum okulda ama hepimiz sıkıntıları aşmak için hayata iyi bakmaya çalışıyoruz.
Bu kadar göz önündeyken bunu başarmak güç olmuyor mu?
Tabiî ki etkilendiğim zamanlar oluyor. Doğrusu eleştirileri ikiye ayırıyorum. Eleştiri fikirler bazında ise onu değerlendiriyorum. Ama bir insan size karşı duyguları ile hareket ediyorsa ciddiye almıyorum. Bir insanın duyduğu nefretin, öfkenin değiştirilebileceğini düşünmüyorum. Haksız duygularla yapılan eleştirilere verecek cevabım yok.
Çok sık "keşke olmasaydı" der misiniz? Korkularınız var mı?
Kaderi değiştirmenin mümkün olmadığını bildiğim için keşke olmasaydı dediğim bir şey yok ama sevdiğim insanları, ailemden birisini kaybetmekten çok korkuyorum.
4 TORUNUM OLSUN İSTİYORUM
Peki, keşke olsa dediğiniz bir şey?
İş hayatımda hayallerimi gerçeğe dönüştürmek için zaten sürekli çaba harcıyorum. Bir de aile içinde hep konuştuğumuz ama başka bir yerde hiç söylemediğim bir şeyi size söyleyeyim: 4 tane torunum olsun istiyorum onların ikisine ben bakayım.
ÇARŞAF KONUSU İSTİSMAR EDİLMESİN
Son günlerde CHP'nin çarşaflı kadınlarımızı üye kaydetmesi bir tartışma başlattı. Bu konuda sizin düşünceniz nedir?
Türkiye'de kadınlar birtakım sınıflandırmalara tabi tutuldular. Ötekileştirildiler ve bu yapılırken de kadınların inançları doğrultusunda örttükleri başörtüsü bir siyasi kimlikle özdeşleştirildi. Bunun böyle olmasını isteyen bu kadınlar değildi. Biz her zaman " İnsanların farklı siyasi tercihleri olabilir, siyasi tercih başka bir şey inancın ifadesi başka bir şeydir. Dolayısıyla bu insanlara karşı aldığınız tavır onların inancına karşı almış olduğunuz tavırdır" dedik ve bu doğru değildir. Türkiye bu anlamda çok zaman kaybetti. Bu manasız tartışmanın içinde söylenecek söz kalmadı. Her türlü pozitif adımı desteklemek gerekir. Kadınların ayrımcılığa uğramadığı bir Türkiye için kim ne tavır alırsa desteklerim. Bir kadına örtülü veya açık, köylü veya kentli, şu etnik yapıya sahip veya o bölgeden şu bölgeden diye siyasi tavır alıyorsanız, "ayrımcılık yapıyorsunuz" demektir. Ben her şeyden önce bu konunun bir istismara dönüşmemesini diliyorum. İnşallah bu bir seçim atraksiyonu değildir. Samimidirler. Bunu da söylemek isterim. "Dünden bugüne ne değişti" diye de sormak isterim. Bu konuda çok istismarlar oldu. Bizim kadın kolları kongrelerimizde iki üç tane çarşaflı kadın gördüler diye ki Türkiye'nin hala birçok yerinde yöresel kapanmadır bu, fotoğraflarını çekmeler, bu kadınları deşifre etmeler yaşandı. Oysa bu kadınların bir siyasi kongreye gelmesi hepimizin istediği şey olan kadınların sosyalleşmesi demek değil mi? Biz kadınların her birine hiçbir ayrım gözetmeksizin siyaseten kucak açtık. Ülkemizin kadınları arasında hiç olmayan bir sorunun varmış gibi gösterilmesinden hep kaçtık. Bu insanları siyasi bir kimlikle birleştirip sonra da onları düşman göstermek çok büyük bir yanılgıdır.
Son günlerde CHP'nin çarşaflı kadınlarımızı üye kaydetmesi bir tartışma başlattı. Bu konuda sizin düşünceniz nedir?
Türkiye'de kadınlar birtakım sınıflandırmalara tabi tutuldular. Ötekileştirildiler ve bu yapılırken de kadınların inançları doğrultusunda örttükleri başörtüsü bir siyasi kimlikle özdeşleştirildi. Bunun böyle olmasını isteyen bu kadınlar değildi. Biz her zaman " İnsanların farklı siyasi tercihleri olabilir, siyasi tercih başka bir şey inancın ifadesi başka bir şeydir. Dolayısıyla bu insanlara karşı aldığınız tavır onların inancına karşı almış olduğunuz tavırdır" dedik ve bu doğru değildir. Türkiye bu anlamda çok zaman kaybetti. Bu manasız tartışmanın içinde söylenecek söz kalmadı. Her türlü pozitif adımı desteklemek gerekir. Kadınların ayrımcılığa uğramadığı bir Türkiye için kim ne tavır alırsa desteklerim. Bir kadına örtülü veya açık, köylü veya kentli, şu etnik yapıya sahip veya o bölgeden şu bölgeden diye siyasi tavır alıyorsanız, "ayrımcılık yapıyorsunuz" demektir. Ben her şeyden önce bu konunun bir istismara dönüşmemesini diliyorum. İnşallah bu bir seçim atraksiyonu değildir. Samimidirler. Bunu da söylemek isterim. "Dünden bugüne ne değişti" diye de sormak isterim. Bu konuda çok istismarlar oldu. Bizim kadın kolları kongrelerimizde iki üç tane çarşaflı kadın gördüler diye ki Türkiye'nin hala birçok yerinde yöresel kapanmadır bu, fotoğraflarını çekmeler, bu kadınları deşifre etmeler yaşandı. Oysa bu kadınların bir siyasi kongreye gelmesi hepimizin istediği şey olan kadınların sosyalleşmesi demek değil mi? Biz kadınların her birine hiçbir ayrım gözetmeksizin siyaseten kucak açtık. Ülkemizin kadınları arasında hiç olmayan bir sorunun varmış gibi gösterilmesinden hep kaçtık. Bu insanları siyasi bir kimlikle birleştirip sonra da onları düşman göstermek çok büyük bir yanılgıdır.
5 YILDA NELER GERÇEKLEŞTİ?
Özellikle ilk dönem için demokratikleşme ve yasakların kaldırılması çalışmaları ciddi adımlardır. O hızlı değişim yaşanırken, belki de son 30 yılda hep konuşulan ama bir türlü dokunulmayan o maddeler değişirken inanın bazen heyecandan uyuyamadığım günler oldu. Siyasette ideallerimin peşinden gittim. Neyi başardınız sorunuza, hayal kırıklığı yaşamadan birçok şeyi diyebilirim. Siyasetin tekrar bir çözüm mekanizması olması, başta kadın hakları olmak üzere, çocuk haklarında gelinen nokta ve problemlerin çözümünde gösterilen dirayet ile ben bu dönemde ülkenin birçok konuda çağ atladığını düşünüyorum. 2002 yılının Türkiyesi ile bugünü karşılaştırdığınızda çok şey değişti. Her gün fiyatlar değişiyordu. Marketlerde çalışanların ellerinde barkotlar, ürünler gündüz bile yeni fiyatlar alırdı. Fakirliğin kıstasları değişti. Su kısıntılarını unuttuk. Kendi alanımda, çocuk yuvaları ve huzur evlerinde çoklu koğuş sisteminden insanca hayatın kurgulandığı oda sistemine geçtik. Sevgi evlerinde çocuklarımızı bir aile ortamında, orta halli bir ailenin çocuğuna vermeye çalıştığı imkânlarla yaşatmaya çalışıyoruz. Bir gün bu çocuk yuvaları benim dönemimde yapılmıştı demenin mutluluğunu yaşayacağım.