Ahmed Arif’in oğlu FİLİNTA ÖNAL’la sanatı ve babası üzerine... Heykele olan merakım kardan adamla başladı

A -
A +

ÖĞRENCİLİK yıllarımda babam Ahmed Arif’in heykelini yaptım, beğenmedim. Bir hafta içinde tekrar yapacağım dedim. Ancak babam vefat etti. Daha sonra birkaç tane yaptım...
Otuzüç kurşun, bir acının, büyük bir haksızlığın hikâyesi. Ama bir de bu hikâyeyi kalbinize bıçaklar saplayarak anlatabilen merhum şair Ahmed Arif. Asıl soyadı Önal, ama şiirlerinde mahlas olarak dedesinin ismi olan Arif’i kullanmış. Ve tabii ki ömrüne sığdırdığı bir şiir kitabı “Hasretinden Prangalar Eskittim”. Ama sanki her şiiri bir kitapmış gibi yazılmış. Oğlu, heykeltıraş Filinta Önal’ın da söylediği gibi “istese yüzlerce kitap yazardı ama o şiirlerini dolu dolu yazmayı seçti.” Filinta Önal ile hem babasını hem de heykeltıraşlık yolculuğunu uzun uzun konuştuk. Kardan adam ve hamurdan kurabiyeler yaparak keşfettiği yeteneği, bugün yaşam şekli olmuş.
Ahmed Arif’in oğlu FİLİNTA ÖNAL’la sanatı ve babası üzerine... Heykele olan merakım kardan adamla başladı
- Heykeltıraşlığa merakınız ne zaman başladı?
Çocukken başladı. Her çocuğun içinde bir cevher var, ailelerin bunu keşfetmeye yardımcı olması lazım. Kartopu oynardık. Çocukluğum Ankara’da geçti. Başkente eskiden çok kar yağardı. Biz de arkadaşlarla kardan adam yapardık. Gözüne zeytin, kömür, burnuna havuç, atkı derken... Bu kesmezdi, ben oynamak isterdim. Kocaman bir kartopu yapıp eve getirir, leğen içinde şekillendirirdim. Çay kaşığı ile şekil verip, sakallı dedeler yapmaya başlardım. Sonra Nasreddin Hoca’ya benzetmeye çalışırdım. Bir de annem, kek, kurabiye yaparken, onun hamurlarına saldırırdım. 5-10 yaş arasında, kurabiye hamurlarından Nasreddin Hocalar yapardım ve annem de pişirirdi. Erzurumlu Emrah, Piri Reis gibi bir çok tanınmış şahsiyetin büstlerini yaptım yıllar sonra.

- Babanızın heykelini yaptınız mı? Hayattayken gördü mü yaptıysanız? 
Babam hayattayken, ben okula yeni girmiştim, 1. sınıftaydım. Babamın büstünü yapmak istedim. Oturup kitap okurkenki halini yaptım. Ama beğenmedim, babama da yeniden daha iyisini yapacağımı söyledim. Bir hafta sonra yapacaktım, babam da “Tamam oğlum boz, nasılsa aslı burada” dedi. Ama o bir haftada babam vefat etti. Vefatından sonra bir kaç tane yaptım, ama aslında anıtını yapmak çok istiyorum. Siverek’te ve Diyarbakır’da güzel bir anıtının olmasını isterim. Özellikle Siverek’te olmasını. Doğum yeri Siverek. Dedem o zaman Harran’da nahiye müdürüymüş. Babam da Siverek’te dünyaya gelmiş, çocukluğu orada geçmiş, ilkokulu orada okumuş. Kütük Diyarbakır ama bir anlamda Siverekli sayılır.
Ahmed Arif’in oğlu FİLİNTA ÖNAL’la sanatı ve babası üzerine... Heykele olan merakım kardan adamla başladı
EŞİ NATALİE TOLSTOY’UN TORUNU
Eşiyle hikâyesi de oldukça ilginç. Eşi Natalie ile Ukrayna’da bir seyahat esnasında tanışmış. Natalie’nin büyük dedesi ise Tolstoy. Yani sanat sanatı çekmiş bir nevi. Çok iyi anlaştıklarını fark edince de evlenmeye karar vermişler. Natalie ise hem misafirperverliği hem de mütevazılığıyla gerçekten özel bir hanımefendi.
Ahmed Arif’in oğlu FİLİNTA ÖNAL’la sanatı ve babası üzerine... Heykele olan merakım kardan adamla başladı
Behçet Oktay’ın heykeli bana kaldı
- Atölyede duran bazı büst, heykeller var onların hikâyesini anlatabilir misiniz?
Rahmetli Behçet Oktay o zaman Özel Harekat Daire başkanıydı. Ve Özel Harekat Daire Başkanlığı’nın orada 7 metre yükseklikte bir duvar vardı. O duvara şehitlerle ilgili bir takım heykeller istiyordu. Tasarımı kendisiyle beraber yaptık. Duvardan fırlayan askerler olsun dedik. Hatta askerlerin yüzlerini de şehitlerin yüzlerine benzetecektik. Tam işin onay ve bütçe aşamasında ölüm haberi geldi. Basında intihar diyorlar ama ben inanmıyorum. Zaten şaibeler de var. O zamanlar bu vesileyle birkaç yıl tanıştık. Saygıdeğer bir insandı. Vefatından sonra o maketi uygulamak mümkün olmadı. Aile dostlarımız memleketine bir heykel yapmamı istedi. Bir vefa olarak, o heykeli yaptım. Memleketi Malatya Hekimhan’a konacaktı. Otobana koymak istediler. Oraya olmazdı. Sonuçta burada kaldı ve bana bakıyor. Şehirde olmalıydı. Umarım gelecekte yerini bulur. 
- Başka duran büstler de var ?
Mehmet Akif’in de büstü var mesela, o da duruyor. Bazı büst ve heykel siparişleri sonradan değişik sebeplerle iptal ediliyor. 
Ahmed Arif’in oğlu FİLİNTA ÖNAL’la sanatı ve babası üzerine... Heykele olan merakım kardan adamla başladı
Mehmet Akif  Ersoy ve Behçet Oktay’ın büstü.

Otuzüç  kurşun
“Bu dağ Mengene dağıdır
 Tanyeri atanda Van’da 
 Bu dağ Nemrut yavrusudur 
 Tanyeri atanda Nemruda karşı 
 Bir yanın çığ tutar, Kafkas ufkudur     
 Bir yanın seccade Acem mülküdür 
 Doruklarda buzulların salkımı
 Firari guvercinler su başlarında 
 Ve karaca sürüsü, 
 Keklik takımı…”
.......................................    
                  Ahmed Arif

Babamdan sonra şiir haddim değil
- Hayatınızı sanattan kazanabiliyor musunuz?
Parayı sevmem ama mesleğim, işim bu. 20 seneye yakındır hayatımı buradan kazanıyorum.
- Ismarlama işler mi, kendi seçtikleriniz mi?
Her ikisini de yapıyoruz. Ismarlama işler daha çok resmi kurumsal ihtiyaçların karşılanması. Genelde yıllar önce vefat etmiş ve eserleriyle yaşayan insanların anılması amaçlı yapılan büstler olabiliyor. Bir vefa diyelim. Özgür kısmı ise sergi ve fuarlarda yapmayı tercih ettiğimiz, kişisel yolculuğumuz diyelim. 
- Nereden ilham alıyorsunuz?
Herhangi bir şey olabilir. Çok da emin olamıyoruz. Var ilham ama biraz sizin bilinçaltınız, toplumsal koşullar ve çevresel faktörlerle iç içe geçmiş bir konu. Ama son dönemlerde yaptığım şeyler, daha çok aileyle ilgili. Daha çok anne ve çocuk. Belki de yaş ile ilgili ya da olgunlaşmayla. Son birkaç yıldır, bu tarz şeylerden ilham alıyorum. 
- Şiir yazmaya merakınız var mı? 
Okuyorum ben. Haddimize değil gibi. Babamın iyi şair olmasının etkisi, insanlar bekliyor. Büyük ağacın gölgesinde ot bitmez, biterse de zehirli sarmaşık olur, ağacı sarar. Benim için yasak bölge gibi. Yazı veya anı yazabilirim, ama şiir haddime değil. Yaş geliyor, güzel anılar, dramatik hikâyeler var, tecrübeleri aktarmak lazım. Hayata dair konularda denemeler yazmaya niyetim var. Babayla anılar da olur inşallah içinde.

Bütün mahallenin Ahmed abisiydi
- Babanızı kısaca nasıl anlatırsınız? Zor bir şey ama nasıl birisiydi biraz sizden dinlesek…
Kısaca, çok namusluydu. Dostuna dosttu, vefalıydı, ailesine, bize çok önem verirdi. Çok fedakârdı, ailesi ve ülkesi için can siper olurdu. Doğru bildiklerinden asla taviz vermezdi. Haksızlık karşısında çok net tavır alır ve bu tavrı ömür boyu sürdürürdü. Kim mazlumsa ayrım yapmadan onun yanında olurdu. Şairliğin ötesinde aynı zamanda babaydı, amcaydı, mahallenin Ahmed abisiydi. Camcıdan, simitçiye, börekçiyle herkesle arkadaş gibiydi. Cenazede bizim börekçi Mustafa Abi vardı, Camcı Ali amca vardı, Ayrancı Camii imamı bir hoca vardı o geldi, yazarlar, politikacılar, çok çeşitli ve farklı bir insan grubu vardı.
- Cenazesi Hacı Bayram Veli Camii’inden kalksın istemiş değil mi?
Evet vasiyeti öyleydi. Bir kaç kez söyledi. Altındağ’a giderdik. En tepesinde Hıdırlık Tepe’deki gecekonduları dolaşırdık. “Ben üniversitede okurken bu gecekondularda oturdum” derdi. Hatta yakacakları olmadığından ısınabilmek için arkadaşlarıyla sırt sırta verir öyle otururlarmış. Hep bana kenar mahalleleri gezdirirdi. Oranın gariban çocuklarını gösterir; “Bak ben hep bu çocukları anlattım. O çocuklar daha insanca yaşasın, diye yazdım ben bu şiirleri.” derdi. Hacı Bayram’ı da ondan isterdi, “garibanların cenazesi burdan kalkar, ben gariban bir şairim, halkın çocuğuyum” derdi. Maalesef vefatı ettiğinde Hacı Bayram Veli tadilat sebebiyle kapalıydı. Vasiyetini yerine getiremedik. Maltepe Camii’nden kalktı cenazesi. 
Ahmed Arif’in oğlu FİLİNTA ÖNAL’la sanatı ve babası üzerine... Heykele olan merakım kardan adamla başladı
Anadolu şiiri benim için bir başka
- Şiirlerinden en çok kalbinize dokunan hangisi?
Babam evlatlarım gibi ayıramam şiirlerimi derdi. Ama ben hepsini sevmekle beraber, Anadolu Şiiri’ni bir ayrı seviyorum. Kadim uygarlıklar var bu topraklarda. Hepsi bizim. Hiçbirini ayrıştırmıyor ve toparlıyor o şiirinde. Bugün de kendinden farklı olana da taviz gösterebilmek en büyük ihtiyacımız. O yüzden bu şiiri ayrı seviyorum.
- İçerde şiirindeki soğanların hikayesi nedir?
“Zulamdaki mahzun resim,
Haberin var mi?
Görüşmecim, yeşil soğan göndermiş,
Karanfil kokuyor cigaram
Dağlarına bahar gelmiş memleketimin…” 
Hapse düşüp beraat ettikten sonra sürgüne gönderiyorlar. Sansaryan Hanı’nda, işkencehane olarak ünlenmiş bu mekâna atmışlar onu. Ankara’dan buraya getirmişler. Burada ufak, karanlık bir hücrede kalıyormuş, ayağında da prangalar. Orada üç aydan fazla bir süre kalmış ve orada polisler gazete kağıdına sarılmış bir demet yeşil soğan vermişler. Soğana bakmış ve oradan bahar geldiğini anlamış. O dizeler de orada düşmüş aklına…
 

 

 

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.