Bu Ramazan-ı Şerif'te malum günler uzun, zorlu bir oruç süresi var. Ama İstanbul'dan Şanlıurfa, Diyarbakır, Şırnak'a doğru ilerleyince, 45 dereceye varan sıcaklıkta oruç başka oluyormuş. Yine İnsan Hak ve Hürriyetleri İnsani Yardım Vakfı (İHH) vesile oldu, yıllardır Diyarbakır Belediyesi ile ortaklaşa yaptıkları geleneksel iftarı bu kez Diyarbakır Atatürk Stadyumunda 2000 kişiyle açtılar.
Yolculuğa Şanlıurfa'da başlayıp Diyarbakır'a hareket ettim. İftarımız önce Diyarbakırlılara ve yetimlere açık olan geniş yer sofrasıyla başladı. Ne yediğimiz hiç önemli değil. Yerde, tevazuun anlamını yüreklerimizde hissederek, tanımadığımız 2000 kişiyle aynı ekmeği bölüşerek yenen bir iftar yemeğinin tadı bambaşka, derin ve anlamlıydı.
Buradan sonra Diyarbakır'ın Suriçi bölgesine doğru ilerledik. Bu arada bir detayı açıklamak isterim; ben yardım etmeye değil yardıma teşvik etmeye, yardımın nasıl yapıldığını sizlerle paylaşmaya ve insanlara İHH'nın siyasi görüş, etnik kimlik veya herhangi bir ayrım yapmadan eşit şartlarda yapmaya çalıştığı yardımı anlatmaya gittim.
Suriçi'nde uğradığımız 3 yetim ailesinde yaşadıklarım ve dinlediklerim bütün dertlerime ilaç ve ders oldu.
Mesela bir odalı, banyosu olmayan, tuvalette banyo yaptıkları bir evde yaşayan dul, 3 çocuklu, bacağından rahatsız olan teyzenin gözlerinin içi gülerek, "Buna da şükür evlat, eskiden topraktı evimiz, fareler gezerdi üzerimizde, gece kulağımızı yemesinler diye dua ederdik" deyişi...
Mesela eşi vefat edince 9 yetim çocuğuyla baş başa kalan annenin yerdeki kilimde bağdaş kurup bizi ağırlarken yüzünde içten bir gülümseme ve huzurla, "Her şey Allah'tan kızım, kısmet böyleymiş, Allah evlatlarımın bahtını güzel eylesin" sözleri...
Mesela yetim bir Peygamberin "sallallahü aleyhi vesellem" ümmeti olmaktan ve yetim olmaktan gurur duyan çocukların güvenleri...
O kadar çok ders var ki uzaklarda, bilmediğimiz duvarlar arkasında saklı... Eğer dertliyseniz, canınız sıkılıyorsa, bir silkelenin... Kendinize gelin. Zaten eğer rahat yaşıyorsak, rahat yaşayamayanlarla paylaşmak görevimiz ama dertliysek belki dermanımızdır da aynı zamanda onlar, kim bilir...
VER ELİNİ ŞIRNAK
Sonra yola çıktık, direksiyona geçtim ve Kamışlı'ya komşu Suriye sınırı, Nusaybin'den geçerek, İpek Yolu üzerinden Şırnak'a 4 saatlik yolculuğumuz başladı. Bu kez sınırdaki "MAYINLI SAHA" çekti dikkatimizi ve az ötede yaşanan acılar geldi aklımıza. Cizre'den geçerken camı açınca sanki fön makinası tutmuş gibi bir sıcak girdi içeri. Rojava'daki katliamları, Suriye'deki acıların yanı başından geçmek yüreğimizi yakarak yaklaştık Şırnak'a...
FATİM ABLANIN YARIM KALAN HAYALLERİ
Şırnak'ta da iftardan önce yetim ailelerini ziyaret ettik. Beni en çok etkileyen 3 Haziran'da yaşanan maden göçüğünde çok sevdiği eşini kaybeden teyzenin gözyaşları, anlattıkları oldu. Bu arada diyorum ya Doğu'da her şey daha zor. Soma'da yaşanan acıları bizzat gidip ahit oldum. Allah yardımcıları olsun, onları unutmayalım. Lakin Şırnak'ta geride kalanların Soma'daki kadar çok değil misafirleri, hal hatır soranları... Kömür ocakları da ocak değil aslında, ilkel kuyular.
Fatim Teyze, eşine 3 yıl süren bir aşktan sonra zorluklarla kavuşmuş. 20 sene evli kalmışlar. Eşi sabah namazını, kuşluk namazını kılar öyle gidermiş madene... Hacca gitmek için para biriktiriyormuş. Fatim Teyze'nin Kur'an-ı kerim öğrenmesini çok istermiş. Bir ramazandan diğerine Kur'an-ı kerim okumayı öğrendiğinde o kadar mutlu olmuş ki kocası, "Böyle okuduğunda, kendimi cennette hissediyorum" dermiş. "Hayat sürmedi, yetmedi, yarım kaldı hayallerimiz" dedi gözlerinden süzülen bir damla yaşla dimdik duran, 6 yetim çocuk annesi Fatim...
"Ne oldu madende?" diye sorduğumda ise, "Ne olduysa oldu, kader böyleymiş" diyecek kadar da tevekkül sahibiydi.
Cudi dağının eteklerindeki Balveren Köyü'nden, Şırnak merkezdeki bir başka eve gittik bu kez. Tarlada bir kolunun yarısını mayında kaybetmiş olan yürekli bir başka teyze ve 8 yetim evladının evine... Özgüveni, misafirperverliği ve çocuklarına verdiği sevgiyle eli öpülecek, baş üstünde taşınacak bir teyzenin daha yanına...
 |
 |
KOLİ KOLİ MUTLULUK
Fotoğrafta gördüğünüz bir minik yetim bebek ve bir ramazan kolisi... Ben Robert Koleji'nde okudum. Hristiyan olan bazı öğretmenlerimiz Noel zamanı elleriyle hediyelik paketler yapar, bizimle paylaşırlardı. Biz de bu hediyeleşmeye ortak olurduk. Küçük hafızamıza kazınmış anlardan biriydi bu... Maddi durumu iyi olanla kötü olanın arasını kapatmak için de hediyeler ortak alınır ve kurayla çekilirdi. Kim kimden hediye aldığını bilmezdi. Şimdi yıllar sonra markete hazır ramazan kolilerinden almaya gittiğimde aklıma geldi bu anılar... Çocukken aldığım tadı hatırlamak ve kendi ellerimle hazırlamak istedim İHH'nın yardım kolilerini... Hemen boş koli istedik ve seyahatimizin başladığı Şanlıurfa'daki marketten ellerimizle seçerek kolileri doldurduk. O esnada yüreği kocaman dostlarım da katkıda bulunma kararı aldı ve bu sayede vakti hayırda paylaşmanın sonucu yardım büyüdü, çoğaldı.
Şimdi fotoğrafta gördüğünüz koli, ismi gizli, koca yürekli bir hanımın, Şırnak'ın köyünde hiç tanımadığı bir yetime ulaştırdığı o koli...
Tam da şiirdeki gibi..."Avnî" mahlasıyla yazan büyük padişah Fatih Sultan Mehmet'in "Ey Kimsesizler Kimsesi" şiiri buradaki çileli anneleri ve mahzun yetimleri anlatıyor.
Hiç kimse yok kimsesiz,
Herkesin var bir kimsesi.
Ben bugün kimsesiz kaldım,
Ey kimsesizler kimsesi.