Affan dedeye para saydım Sattı bana çocukluğumu...

A -
A +

Hafif meyilli, kalelerini taşlardan oluşturduğumuz, sabahtan akşama kadar top tepiklediğimiz sahalarımız vardı bizim. Ve cepteki harçlıkları birleştirip kıt kanaat alabildiğimiz plastik topla "Maradona vuruyor ve goool" çığlıkları arasında akşam ezanına kadar kan ter içinde kalma özgürlüğümüz. Bu özgürlük, top yan komşumuz Ayşe teyzenin bahçesine kaçıncaya kadar sürerdi çoğu zaman. Top oradan ya bir daha hiç gelmez, ya da böğrüne bıçak saplanmış şekilde önümüze atılırdı kızgın bakışlar arasında. İşte bu durumlarda topa abanan arkadaşa, "Ayı gibi vurmasana olum" serzenişleri başlar, gerideki takım maçı "berabere" bitmiş ilan eder, öndeki takımdakiler ise maçın kesin galibi oldukları konusunda uzun uzun nutuk çekerdi... O zamanlar "ileri al - geri al" şeklindeki pozisyon değerlendirmeli televizyon komedileri yoktu. "Taş üstü olum" ya da "Sizin kaleciniz zıplamadı, bal gibi gol" bağrışmalarında her nasılsa bir orta yol bulunurdu. Mahalledeki futbol o zamanlar 90 dakika değil, "6'da haftaym, 12'de biter" şeklinde cereyan ederdi. Bazen yarım saat, bazen 2 saatti bunun süresi. Maçta küçük çocuk varsa topa abanmak faul, takımları seçmek karşılıklı iki lider tipli çocuğun "ayak alışıyla" olurdu. Top mu ele, el mi topa değdi tartışmalarını kökten çözecek, "Nerede ele değerse ent" şeklinde çözüme kavuşturmuştuk. Saha küçükse "3 korner, bir penaltı"ydı. Kaleci topu üç kere yere sektirdiyse "En az 3 adım açılmak" mecburiydi. Bazen maç yapacak kadro tek sayıda kalır, Arslan "Ben ilk yarıda onlardan, ikinci yarıda sizden oynayım" diyerek joker oyunculuğa soyunurdu. Ama illa ki, ikinci yarıda oynadığı takım galipse sevinir, ilk yarıda oynadığı takımı kendi takımı saymazdı. Top taa aşağıya kaçarsa, "atan alır" kuralı vardı. "Taş üstü" ya da "bel üstü" tartışmaları bizim istediğimiz gibi sonuçlanmazsa "Bu da bizden size hamam parası olsun" derdik. "Hem oyuncu hem kaleciliğe" soyunanlar "beke gelin" diye kendini yırtardı. Penaltı atışlarında kaleci değişirse; ilki kaçarsa, ikincisini atmak o takımın doğal hakkıydı. Mahallede bazen "topu olduğu için" kadroda kendine yer bulanlar olurdu. Gol yiyen kaleden çıkar, bazen kaleden çıkmak için bilerek gol yediği şeklinde suçlamalara maruz kalırdı. Çocukluğumun yarısının geçtiği Vezirköprü'deki mahallemi gezdim doya doya. Her bir köşesinde çocukluğumu yeniden yaşadım. Hıdırlık'ın oradaki değirmen dönmez olmuş, arsasında top oynadığımız tarlaya ev dikilmiş, belediye mahallemizi Arnavut kaldırımı taşlarla donatmış... Hem futbolun, hem bizim daha saf, daha temiz olduğumuz günlerdi o günler... Her Türk takımının Avrupa maçının "milli maç" sayıldığı dönemler... "3 büyükler" arasındaki maçlarda, tribünlerin yarı yarıya doldurulduğu, ufak tefek sataşmaların dışında savaşların yaşanmadığı, statların kapısında sabahlandığı zamanlardı... Eskiden uluslararası bir başarımız yoktu ama her şey daha mı güzeldi ne?..

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.