Alkışçılar ve şakşakcılar...

A -
A +

Doğrusu iyi fanteziydi bizimki... Nasıl olsa bir ManU ve Chelsea örneği vardı elimizde, bir de Sakarya-Bursa... Galatasaray, şampiyon Fenerbahçe'yi alkışlayacak ve böylece gittikçe artan hoşgörüsüzlük ortamı bir anda yok olacaktı. Olaya 'olur mu öyle şey' diye yaklaşanların yanı sıra 'Beşiktaş taraftarı finaldeki rakipleri Erciyes'i alkışladı neden olmasın' diyen saftirikler de vardı tabii... Bu ülke taraftarı otoparkta arkadan saldırıp rakip takım oyuncusunu döven adamların posterini tribünlerde sallandırdığı sürece, bir bayan takımının sporcularına ağza alınmayacak küfürlerle saldırdığı sürece, rakip teknik direktörün alnının ortasına parayı isabet ettirdiğinde, 'ulan ne keskin nişancıyım' diye övündüğü sürece daha çoook bekleriz... Eğer bir takım taraftarı ağır bir yenilgi sonrası rakip takımı alkışlıyorsa, aslında kendi takımını protesto ediyordur bundan emin olun. Boşuna iyi niyetli bir tablo çizmeye kalkmayın. Alkış bekleyen takım, geçen yıl kimi alkışladı? İki yıl önce kupa seremonisinden kim kaçtı? Ülkemizde rekabetin husumete dönmesinin üzerinden çok zaman geçti. Taraftarın tribünde omuz omuza oturduğu yıllara dönmek için en az bir o kadar zaman lazım. Köprünün altından çok sular geçti, hatta suyun yatağı değişti ortada köprü möprü de kalmadı. Bir yönetici çıkıyor, 'Olacağı varsa da olmasın' telaşıyla 'Biz onların stadında çok çektik, yok öyle yağma' diyor. Türk futbolunu, sadece kazanmaya programlanmış yönetici profilinden temizlemedikçe, gazete sayfalarında ve televizyon ekranlarında bu tür söylemlerde bulunmalarını önlemediğiniz sürece daha çoook bekleriz... >> ah basına gelenler Otostopçu kabusu Soğuk ve yağmurlu bir kış akşamı... Gazetenin otoparkından çıkan Naci Abi, tam da kapı çıkışında hiç de haz etmediği birinin evine gitmek için araba beklediğini fark etmiş. Soran bakışlarla kendisine bakan adama yaklaşıp camı aralamış ve "Ya kusura bakma bugün ben Beylikdüzü'ne değil de Fatih tarafına gidicem" diyerek başından savmaya kalkmış. Aksilik bu ya adam da, "Abi hay gözünü seveyim ben de bugün o tarafa kayınbiradere gidiyordum" deyip arabaya atlamış. Artık yapacak bir şey yok tabii... İçinden "Ya sabır" çekip istikameti Fatih'e çevirmiş. İstanbul'un berbat trafiğinde adamı evinin önüne kadar götürüp oradan evine dönmesi 4.5 saatini almış. "Hiçbir şeye yanmam, o adamı ne zaman görsem ya yine Fatih'e giderse diye düşünüp 'Beylikdüzü'ne gidiyorum' diyorum herifi hemen her akşam evine ben götürüyorum" diye dert yanıyor şimdilerde... >> Unutulmaz anlar Trabzonspor'un 70'li yıllardaki efsane kadrosunun baş aktörüydü Ali Kemal Denizci. Kentin futbolcu fabrikası Faroz Mahallesi'nin Türk futboluna armağan ettiği bir isimdi o. Daha 17 yaşındayken ailesinden gizli lisans çıkarmıştı. İşte Ali Kemal Denizci'nin kendi ağzından hayat hikayesi... "Sadece futbol oynamıyordum, zaman zaman balıkçılık yapardım. Onun dışında mandalina satardım. Pastacı ve terzi çıraklığı yapardım. İlk takımım Çarşıbaşı'ydı bir sene sonra Trabzon Yolspor'a transfer oldum, sonra da Rize'ye geçtim. Rize'ye gittiğim yıl, bana transfer parası olarak 15 bin lira verdiler. Üstelik paranın yarısını da peşin aldım. Hayatımda o kadar parayı ilk kez bir arada görüyorum. Düşünün, babasından haftalık 25 kuruş alan bir kişi için bu paranın büyüklüğünü. Paraları pantolonumun ceplerine koydum. İki elim de üzerlerinde. Trabzon'a gelip eve kapağı atana kadar durum bu vaziyet. Evde odama çıktım. Paraları yatağın üzerine serdim. Annemi çağırdım. Rahmetli o kadar parayı bir arada görünce 'oğlum bankayı mı soydun' dedi. Çok korktu. Onu zor inandırdım banka soymadığıma... 2 yıl sonra Kayseri istedi. Gittik, imzayı attık. Biraz para ve pastırma sucuk alarak Trabzon'a döndük. Meğer o sırada Trabzonspor da beni istiyormuş. Bizimkiler federasyonda güçlüydü. Kayseri'ye attığımız imza geçersiz sayıldı. Trabzon'da kaldım. Bir gün Eskişehir deplasmanındayız. Rahat yeneceğimiz bir maç; ancak ilk yarı 1-0 mağlup durumdayız. Seyirci de benimle uğraşıyor. Hakeme sık sık itiraz ediyorum. Hakem de 'seyirciyi tahrik ediyorsun atacağım seni' diyor. Devre oldu. Ahmet Suat Hoca, 'Seni oyundan alayım, kırmızı kart göreceksin. Boş ver bu maçı, kaybedersek kaybedelim. Haftaya Fener maçı var. Sen lazımsın bize' dedi. 'Hocam söz kart görmeyeceğim' dedim. İkinci yarıya çıktık. 5. dakikada kırmızı kart gördüm. Çok hırslıydım ben, kaybetmeye tahammülüm yoktu. Ama Fener'de Beşiktaş'ta kaybedince fazla önemsemiyordum bu yüzden fazla kart görmedim oralarda..." >> Unutulmaz sözler... "Büyük takımlar, kazandıkları büyük başarıdan konuşurlar. Küçük takımlar ise büyük takımları yendikleri skordan konuşular" (Michael Platini)

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.